Cevapla 
 
Değerlendir:
  • 4 Oy - 4.5 Yüzde
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Tesadüfen Tanıdım Seni
Yazar Mesaj
Minozmini Çevrimdışı
Minoz Fan

Mesajlar: 75
Üyelik Tarihi: Jul 2013
Rep Puanı: 9
Mesaj: #1
Tesadüfen Tanıdım Seni
 
facebook share twittershare
Minozlar bu benim yayınlayacağım ilk senaryom olucak :) Ben betimleme yapmayı sevdiğim için hikayemde sık sık betimlemeleri görüceksiniz :D Umarım sizlere güzel bir çalışma çıkartırım. Bu arada yorumlarınız hikayemin uzunluğunu belirleyecek bu yüzden lüften yorumlarınızı senaryo yorumları kısmından esirgemeyin :)


TESADÜFEN TANIDIM SENİ
Konu: Türkiye'den gelen bir genç kız Seul'a indiği andan itibaren başına gelmeyen kalmaz. Kendine çok bakmayan bu kızımız en yakın arkadaşı sayesinde kaçırmaması gereken bir fırsat yakalar. Annesi'nin verdiği anahtarlık sayesinde tanıdığı bir adamı yine annesi'nin izinden gitmek uğruna karşısında bulunca bakalım kızımız neler yapacak?

Melek Toralı:
25 yaşında karikatür çizimleri yapan kahverengi düz saçlı, ela gözlü orta boylu bir genç kız.
Ziyaretçilerin Bağlantıları Görebilmesi İçin Foruma Üye Olmaları Gerekiyor.

Lee Min Ho:
Ziyaretçilerin Bağlantıları Görebilmesi İçin Foruma Üye Olmaları Gerekiyor.

Serap Korkmaz:
Ziyaretçilerin Bağlantıları Görebilmesi İçin Foruma Üye Olmaları Gerekiyor.
 
_______________________________________________________

[Resim: rjn4y.jpg]
08-21-2013 08:58 PM
Tüm Mesajlarını Bul Alıntı Yaparak Cevapla
Minozmini Çevrimdışı
Minoz Fan

Mesajlar: 75
Üyelik Tarihi: Jul 2013
Rep Puanı: 9
Mesaj: #2
RE: Tesadüfen Tanıdım Seni
 
1.Bölüm
- KAÇAN KOVALANIR-
Yine sabahın köründe ayaktaydım. Vazgeçemediğim alışkanlıklarımdan biri de güneşin doğuşunu izlemek olunca uykudan ayrılmak o kadar da kötü değildi. Sıcak kahvemi soğuğa karşı koruduğum ellerimin arasına sıkıştırdım. Nefesimi hızlandıran buz gibi hava içeri girmem için beni uyarırcasına içimi titretiyordu. Geniş balkonun kapısını yavaşça açıp içeri girdim. Büyük ekran bir televizyon karşımda ki maviye boyanmış duvarda asılıydı. Altında ahşap bir televizyon ünitesi yan taraflarında aynı ahşaptan uzun ince iki kitaplık uzanıyordu. Tavanda yuvarlak ve genişçe beyaz bir lamba onun tam altında ise toprak rengi iç içe çapraz bir şekilde duran orta sehpa vardı. Balkon kapısının dibinden başlayıp orta sehpanın etrafında, duvara bitişik halde L şeklinde uzanan beyaz bir koltuk takımı vardı. Üzerine de mavi, kahverengi ve beyazın renkleriyle farklı şekillerin oluşturulduğu küçük yastıklar yerleştirilmişti. Sehpanın diğer kısmında ise yer minderleri ve müzik seti vardı. Balkonun cam kapısını kapatıp orta sehpanın üzerinde duran telefonumu elime aldım. Artık ezberlediğim numarayı tuşladım.
-Alo? (yobuseyo? :D)
..: Günaydın sarı kuş!
-Melek? Saatin sabahın kaçı olduğundan haberin var mı senin?
M: Ah senin için biraz erken olduğunu biliyorum ama birlikte kahvaltı yaparız diye aradım. Dün havaalanından çok geç döndüm yorgunluktan anca kendimi yatağa attım arama fırsatım olmadı.
-Sende ‘Ben bizim Serap’ı sabahın köründe uyandırma fırsatını kaçırmayayım’ dedin, öyle mi?
M: Ahh. Yapma özledim seni birlikte kahvaltı ederiz dedim. Ben her gün Türkiye’den Seul’a gelmiyorum sonuçta.
-Tamam, tamam. O zaman benim bildiğim güzel bir yer var ama saat 6 bile olmamış. Bu yüzden 9 a doğru orda buluşuruz. Adresi mesaj atarım sana.
M: Peki uyuyan güzel, ben biraz oyalanırım 9 a kadar. Sen uyumaya devam et.
-Tamam, görüşürüz.
Serap üniversiteyi ailesi yüzünden Seul’da okumak zorunda kalmıştı. Ama ortaokul ve liseyi birlikte okuduğumuz için onunla kardeşmişiz gibi hissederdim. Serap 9 da kahvaltı yaparız dediği için Pazar günümü karikatür çizimlerimi tamamlamak için kullanabilirdim. Yan odaya geçip çift kişilik yatağımı 2 basamakla ayıran kısma geçtim. Boydan boya cam olan bu kısmı çizimlerim ve kitaplarım için kullanıyordum. Şu anlık düzgün görünse de Türkiye’de ki odam gibi zamanla duvarları ve dolapların üstünü çizimlerimin kaplayacağına emindim. Her ne kadar üniversiteyi uluslararası ilişkiler üzerine okumuş olsam da çizim yapmayı istiyordum. Karikatürlerimde oluşturduğum senaryoları işlemeyi seviyordum. 2 saat sonunda çizimlerimin son bölümünü tamamlayıp hazırlanmaya başladım. Daha valizimi yerleştiremediğim için giysilerimin bir kısmını askıya koyabilmiştim. Dar paça kotumun üzerine switshirtlerimden birini ve pofuduk botlarımı giydim. Saçlarımı da dağınık topuz yapıp saate baktım. Serap’ın mesaj attığı yer bulunduğum yere biraz uzak düşüyordu bu yüzden yarım saatte varabileceğimi düşünüp çantamı ve arabamın anahtarını alıp evden çıktım. Oraya vardığımda Serap da masaya yerleşiyordu. Orta boylu olduğu için giydiği siyah dizine kadar uzanan yüksek topuk çizmelerini siyah dar paça pantolon, beyaz düz bir t-shirt ve siyah deri ceketiyle tamamlamıştı. Sarışın olduğu için liseden beri ona sarı kuş ya da civciv derdik. Yanına yaklaşınca ayağa kalkıp bana sarıldı.
Serap: Tam vaktinde geldin ben de yeni oturmuştum.
Melek: Burası güzel bir yermiş. Hadi siparişimizi verelim.
Garsona siparişimizi verdikten sonra havadan sudan konuşmaya başladık.
Serap: Seul’un havası biraz soğuktur. Kendine dikkat et Türkiye’deki gibi gezemezsin.
Melek: Tamam dikkat ederim. Aslında Serap ben sana bir şey anlatacaktım.
Serap: Anlat. Dur yoksa yan evde oturan yakışıklı bir çocuk mu buldun?
Serap ela gözlerini büyütmüş merakla bana bakıyordu.
Melek: Ahh keşke, ben tam tersine Seul’a gelir gelmez adamın biriyle tartıştım.
Serap: Hadi ya bende heyecan yapmıştım neyse niye tartıştın? Ben senin havaalanından direk eve geldiğini sanıyordum.
Melek: Zaten adamla havaalanında tartıştım bak en başından anlatayım olayı sana.

-HAVAALANI( Bir gün önce)

--: Hanım efendi sizin bavulunuz ilerdeki bantta olabilir oraya bakabilirsiniz.
M: Peki sağolun.[Bir bu eksikti yani gece gece, başımın ağrıdığı yetmezmiş gibi bir de bavulumu bulamıyorum]
Etrafta o kadar çok insan vardı ki banttaki bavulları bile zar zor görüyordum. Her topuklu ayakkabı giydiğimde kötü şeyler olurdu ve bugünde topuklu ayakkabı giymiştim. Sonunda mavi bavulumu benden tam aksi ikamete giderken gördüm. Havaalanının o sıkışıklığında insanların sert bakışları arasında geçmeye çalıştım. Bavuluma ulaştığımda ise iri yarı siyah takım elbise giymiş bir adam benim bavulumun tam yanında duran siyah bavulu çekiştirmeye başladı. Ben daha bavuluma uzanamadan iri adam siyah bavulla birlikte benim bavulumu da peşinde sürüyordu.
M: Hey! Bayım, affedersiniz! Şey, bayım! Ahh…
Adama ne kadar seslensem de ilerlemeye devam ediyordu. İnsanları iterek iri adamın peşinde gitmeye çalışırken aksi gibi ayakkabımın topuğu kırıldı. Havaalanında topuklu ayakkabılarımı elime alıp iri adamı peşinden koşmaya başladım. Adamsa durmak bilmeden çıkışa doğru ilerliyordu. En sonunda aynı onun gibi takım elbise giymiş 2 kişinin yanında durdu. Ben elimde topuklu ayakkabı diğerinde düşmemesi için sıkı sıkı tuttuğum sırt çantamla adama doğru hızlandım. İri adam siyah bavula takılmış zavallı bavulumu siyah dar kot ve beyaz t-shirtün üstüne siyah ceket giymiş uzun boylu, siyah şapkalı ve gözlüklü bir adama gösteriyordu. Ben hızla bavuluma doğru giderken birden diğer iki takım elbiseli beni kollarımdan tutup havaya kaldırdı.
Melek: Bırakın beni! Hey size diyorum indirin beni aşağı!
Gözlüklü ve şapkalı adam bavulumu bırakıp bana doğru gelmeye başlamıştı. En aklı başında o gibi göründüğü için onunla konuşmaya çalıştım.
M: Bayım! (Çok hızlı koştuğum için nefes nefese kalmıştım)
M: Lütfen… Bana yardım edin!
--: İndirin onu aşağı.
M: O kadar söylememe rağmen beni dinlememişlerdi ama…
--: Neden peşimden koşuyordunuz? İmzamı almayı istiyorsa…
M: Bavulum…
--: Ne bavulu?
Gözlüklü ve şapkalı adamın sesinde birazcık şaşkınlık var gibiydi.
M: Bu iri adam bavulumu aldı siyah bavulun yanındaki.
Takım elbiseliler beni bıraktığı için bavuluma doğru gittim ama nazar boncuklu el işlemesi olan anahtarlığım siyah bavulun fermuarına takılmıştı. Ben bavulu çekemeyince gözlüklü uzun adam kendi bavulunu almaya çalıştı. Ben daha bir şey diyemeden anahtarlığım parçalandı.
Melek: Hayır… Siz, siz ne yaptınız?
Yutkunmakta bile zorluk çekiyordum. Anahtarlığım benim en değer verdiğim şeydi ve artık gözlüklü uzun sayesinde yok olmuştu.
--: Özür dilerim ben, ben görmedim.
M: İnanamıyorum ya bugün daha ne kadar güzel olabilirdi ki!!!!
--: Üzgünüm, aynısından size tekrar alabilirim ama lütfen bağırmayın herkes bize bakıyor.
Şu ana kadar sinirlenmemiştim ama artık sinirlenmeye başlıyordum.
M:Aynısını almak mı? Bunun aynısını hiçbir yerde bulamazsınız.
Bu anahtarlık annemden kalan son şeydi. Ve artık paramparça olmuştu. Gözlerime dolan yaşları elimin tersiyle ittim. Yerdeki parçaları toplamaya çalıştım.
--: Ne kadar olduğunu söyleyin parasını ödeyeceğim. Lütfen yerden kalkın herkes bize bakıyor.
M: Bunu toplamam gerek. Benim bunu toplamam gerek. Hiç kimse umurumda değil!
Adam kalkmam için kolumdan tutmaya çalışıyordu ama benim tek düşünebildiğim şey parçalara ayrılan anahtarlığımdı.
--: Altı üstü boncuk parçasıydı. Ben size yeni bir tane alabilirim, ne kadar olduğu önemli değil istediğiniz bir tanesini alırım size, kalkın ayağa.
M: Altı üstü boncuk parçasıydı ha? Siz kim oluyorsunuz da benim için ne derece değerli olduğunu bilmediğiniz bir şey hakkında böyle konuşabiliyorsunuz?!
Artık kendimi tutamıyordum. Seul’un bana şans getirmesi gerekiyordu. Üzerimdeki uğursuzluğu arttırması değil!
--: Lütfen bağırmayın. Şimdi herkes başımıza üşüşecek.
M: Bunları yaşamak zorunda mıyım ben? İri yarı herif yüzünden topuğum kırıldı, havaalanında elimde topuklular bavulumun peşinden koşmak zorunda kaldım. Sizin tek derdiniz ise insanların bize bakıyor olması mı?
Ben sözlerimi tamamladığım anda bir sürü flash gözümü kör edercesine patlamaya başlamıştı.
--: Lütfen artık bağırmayın ve tek kelime etmeyin.
Bileğimi sertçe tutup arkamızda bizi kovalayan kamera ve fotoğraf makinelerinden uzağa doğru hızla ilerlemeye başladık.
 
_______________________________________________________

[Resim: rjn4y.jpg]
08-21-2013 09:03 PM
Tüm Mesajlarını Bul Alıntı Yaparak Cevapla
Minozmini Çevrimdışı
Minoz Fan

Mesajlar: 75
Üyelik Tarihi: Jul 2013
Rep Puanı: 9
Mesaj: #3
Tesadüfen Tanıdım Seni
 
2.Bölüm
-ŞAKA YAPTIĞINI SÖYLE-
M: Bırak beni! Hey, bileğimi bırak!
--: Saçma bir habere manşet olmak istemiyorum, lütfen kapat artık çeneni!
Ben daha fazla konuşamadan dışarı çıkmıştık. Siyah bir jeepin kapısını açıp içeri girdik.
M: Ne yaptığını sanıyorsun sen? Bavulum havaalanında kaldı.
--: Merak etme bavulunu korumam aldı artık biraz sessiz olabilir misin?
İlk gördüğümden beri taktığı şapkasını ve gözlüğünü çıkartıp koltuğa koydu. Yüzünü görmek tuhaf gelmişti. Yorgun gibi görünüyordu. Eliyle başını ovmaya başladı. Ben, o bu haldeyken kaçmayı düşündüm ama ayakkabılarımı koşarken düşürmüştüm ve yağmur yağıyordu.
--: O şekilde getirdiğim için üzgünüm ama havaalanında deli gibi tepinip bağırmana daha fazla müsaade edemezdim.
M: Ben mi deli gibi tepinip bağırıyordum?! Hah! Senin yüzünden bu haldeyim ama kaçmamızın sorumlusu ben oluyorum öyle mi?
--: Eğer sakince anlatmaya çalışsay..
M: Sakince mi? Senin benim halimden haberin yok galiba? Adamın yüzünden elimde topuklular havaalanında çorapla koşmak zorunda kaldım! Ve yine adamların yüzünden herkesin ortasında kollarımdan havaya kaldırıldım. Sakinlik bunu neresinde?
Gözlerini kapatıp başını geriye doğru yasladı.
--: Adamlarım adına özür dilerim. Oldu mu?
Yüzüme bakmıyordu. Kapıya doğru bir göz attım ama yırtık çorapla taksiye binsem bile bavulum hala ondaydı.
M: O iri yarı adam en başta beni dinleyip bavulumu çekiştirmeyi bıraksaydı bunların hiçbiri olmazdı.
--: Bavulları taşıyandan mı bahsediyorsun?
Artık yüzüme bakıyordu ve kahverengi gözlerinde tuhaf bir şaşkınlık vardı.
M: Evet şu takım elbiselilerin en irisi.
Gözlüklü uzun artık gülmeye başlamıştı. Neden güldüğünü anlayamasam da gülüşü güzeldi.
M: O… O Japon. Korece’si yoktur.
Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle konuşuyordu. Ana dilimden farklı bir dil konuşuyordum ama o iri adamın farklı bir dil konuşabileceği aklıma gelmemişti. Kendimi çok salak hissettiğim için konuyu değiştirmeye çalıştım.
M: Her neyse… Benim bavulumu ver bir taksiye binip gitmem lazım.
--: Hala seni neden çekip getirdiğimi anlamadın mı? Dışarısı haberci kaynıyor. Senin peşini kolayca bırakacaklarını mı düşünüyorsun?
Artık bana küçükseyerek bakıyordu. İnsanlardan bu kadar çabuk nefret eden biri olmasam da bu adam benim rekorumu kırmamı sağlıyordu.
M: Neden o kadar insan bizim fotoğrafımızı çekmeye çalışıyordu ki?
--: Sen şaka mısın?
Beni boydan boya süzmeye başladı. Üzerimde kahverengi düz uzun kollu bir elbise üstünde siyah bir ıslak bir mont ve ıslaklığın yanında çamurlu bir siyah çorap vardı. Utandığım için montumun önünü kapatmaya çalıştım. Bütün bunların üstüne ayakkabısız habercilerden kaçmak tam bir utanç kaynağıydı.
--: Koreli olmadığın belli oluyor ama… Sen nerden geldin?
M: Ben… Ben Türkiye’den yeni geldim. Gelir gelmez de başım beladan kurtulmadı. [Senin gibi bir beladan]
--: Bu bela ben olmalıyım değil mi?
Yüzünde yarım bir gülümseme vardı. Gerçekten umursamaz bakıyordu.
--: Yarın tüm gazetelerde fotoğrafını görürsen şaşırma. Sen beni tanımıyor olabilirsin ama beni neredeyse Kore’nin tamamı tanıyor. Şimdiden manşetleri tahmin edebiliyorum; ‘’ Lee Min Ho’nun Gizli Aşkı’’ , ‘’ Kim Bu Gizemli Kız?’’
M: Gizli aşkı mı? Ben nerden senin aşkın oluyormuşum?!
LMH: Senin gizli aşkım olmadığını ben biliyorum ama tüm Kore bunu bilmiyor ve yarın sabah meçhul kız olarak Kore’de tanınacaksın.
Yüzünde zaten bilmem gereken bilgileri söylediğini gösterircesine bir umursamazlık vardı. Adı ne demişti?
M: Lee Sin… Şey adın ne demiştin?
Aklımda uğraşmam gereken o kadar çok mesele vardı ki dinlerken onun adına dikkat etmemiştim. Adını hatırlayamadığım için yüzünde önce bir şaşkınlık sonra da onaylamayan bir ifade vardı.
LMH: Lee M-i-n H-o, Lee Min Ho! Gerçekten seninle uğraştığıma inanamıyorum.
Kafasını tekrar arkaya yasladı ve gözlerini kapattı. Ama aynı şeyi ağzı için yapmamıştı.
LMH: Adresini şoföre ver ıslak kedi yavrusu gibi dolaşmana müsaade edemem.
Islak kedi yavrusu mu? Hah! Kim ondan müsaade istedi ki? Kendini beğenmiş uzun şey ne olacak!
M: Ben kend…
Sözümü tamamlamama izin vermeden elini bana doğru uzattı. Başı hala koltuğa yaslı duruyordu ama gözleri bana bakıyordu.
LMH: Kendim giderim sözlerini yeterince dinledim adresini ver.
Ona kızgın olmasını istediğim bakışlarımdan yolladım. Sıkmaktan elimin acıdığı çantamın fermuarını açtım. Eğer bu çantanın içinde ben olsaydım çoktan hastanelik olurdum sanırım sallanmaktan. Gelmeden önce taksiye vermek için yazdığım buruşmuş adres kağıdını çıkartıp ona uzattım.
Elimdeki kağıda bakmadan buruşuk kağıdı şoföre uzatıp başını yasladığı koltuğa geri döndü. Ona bakmayı artık istemediğim için yağmurun dövdüğü cama kafamı yasladım. Dışarısı damlalar yüzünden net görülemiyordu ama etrafta koşturan insanları seçebiliyordum. Bir gök gürültüsüyle olduğum yerden zıpladım. Elimde tuttuğum kırılmış anahtarlığımı kendime iyice bastırdım. Annemin küçükken bana söylediği şarkıyı mırıldanmaya başladım.

Bu şarkıyı çok seviyorum minozlar ;) Annesinin Meleğimize söylediği şarkı!
Ziyaretçilerin Bağlantıları Görebilmesi İçin Foruma Üye Olmaları Gerekiyor. (TÜRKÇE ALT YAZILI)
Ziyaretçilerin Bağlantıları Görebilmesi İçin Foruma Üye Olmaları Gerekiyor.
 
_______________________________________________________

[Resim: rjn4y.jpg]
08-24-2013 03:00 PM
Tüm Mesajlarını Bul Alıntı Yaparak Cevapla
Minozmini Çevrimdışı
Minoz Fan

Mesajlar: 75
Üyelik Tarihi: Jul 2013
Rep Puanı: 9
Mesaj: #4
Tesadüfen Tanıdım Seni
 
3.Bölüm
- YARIN DAHA İYİ OLACAK –
Gülümse, üzgün olma
Her şey düzelecek, gözyaşı dökme
Şimdi söylediğim bu şarkının
Sana küçük bir teselli olmasını umuyorum
Gülümse, asla incinme
Her şey düzelecek şimdi zor zamanlar geçiriyor olsan da
Zaman gelecek ve her şeyi anlayacaksın
Gülümse, ben burada, yanındayım
Seni seviyorum, kalbimi duyuyor musun?
Kim ne derse desin sana güvenen ben
Her zaman yanındayım
Gülümse ve gözlerime bak
Seni seviyorum, seven kalbim değişmeyecek
Omzuma yaslanıp, bir müddet dinlenebilirsin
Gülümse…
Yağmur yağmaya ve şimşek çakmaya devam ediyordu. Her bir damlayla cam daha çok ıslanıyordu. Ve her gök gürültüsünde kalbim daha hızlı atıyordu. Kalbimin korkuyla çırpınması elimde ki kırık anahtarlığa daha çok sığınmam anlamına geliyordu. Gözlerim sımsıkı kapalıydı ama birkaç damla yaş yanağımdan yavaşça akıyordu. Gök gürültüsü dinene kadar sessizce şarkımı söylemeye devam ettim. Kendimi biraz daha rahatlamış hissettiğimde gözlerimi yavaşça açtım. Anahtarlığımı sıkıca tuttuğum için elimde bir iz oluşmuştu. Camda yağmurun ardından kalan damlacıklar vardı. Yanımda ise varlığını unuttuğum uzun bacaklı adamın şaşkınlığı. Şaşkınlığını fark ettiğim için utanmış gibi aniden başını önüne çevirdi ve hafifçe boğazını temizledi. Yanağımda hâlâ süzülen 2 damlayı elimin tersiyle sildim ve bende başımı ondan aksi yöne çevirdim. Her şey üst üste gelmek zorunda mıydı?
LMH: Gök gürültüsün yüzünden mi? Şeysin yani bu kadar…
Melek: Bir daha görmeyeceğin biri hakkında zaten yeterince şey öğrendin bunu da unut gitsin.
LMH: Şey, ben, Özür dilerim. Haklısın…
Bir an önce eve gelmeyi diledim. Onun üzgünlüğünü ya da acımasını bilmek istemiyordum. Benim için önemli olmayan birini tanımak da istemiyordum Sadece eve gitmeyi istiyordum.
Ben bunları düşünürken araba durdu. O ise şoföre bir şeyler söyledi. Ben inmek için kapının koluna uzandığımda kolumdan tutarak gitmemi engelledi.
LMH: Bekle biraz.
Daha neyi bekleyeceğimi bilmiyordum. Kolumu tutan elinden kurtulup beklemeye başladım. Bu sırada arabanın kapısı açıldı şoför elinde tuttuğu siyah bir poşeti uzun bacaklıya uzattı. Ben çabucak gitmeyi düşünürken o poşetteki şeyi çıkarttı.
Bir çift mavi naylon terlik.
Melek: Bu ne?
Özür niyetine bana naylon terlik vermeyi düşünmüyordu herhalde?
LMH: Al, bunları giy. Eve varamadan çamurda kayıp bir yerlerini kırarsın. Ben de seni hastaneye götürmek zorunda kalırım ve senden kurtulmam zorlaşır.
Melek: Hah! Benden kurtulman zorlaşır mı? Sen, sen! Sinirlerimi alt üst ediyorsun! Ben çok meraklıydım sanki senin peşinde dolanmaya. İstemiyorum senden bir şey!
Kolumdan tutup tekrar inmemi engelledi. Bu arabadan inmek bu kadar zor olmamalıydı.
LMH: Giy şunları! Sen benden kurtul ben de senden!
İkimizde alev topu gibiydik. Terlikleri hızla elinden alıp giydim ve dışarı çıktım. Şoförün elinde tuttuğu bavulumu alıp beyaz iki katlı evime doğru ilerledim. Gecenin karanlığında terk edilmiş gibi duran evin kapısı çantamdan çıkarttığım anahtarla açtım. Kapıyı sertçe kapatmadan önce çamurlu yolda giden arabanın sesini duydum.
Melek: Sakinleş… Yarın daha iyi bir gün olacak.
 
_______________________________________________________

[Resim: rjn4y.jpg]
08-27-2013 01:16 PM
Tüm Mesajlarını Bul Alıntı Yaparak Cevapla
Minozmini Çevrimdışı
Minoz Fan

Mesajlar: 75
Üyelik Tarihi: Jul 2013
Rep Puanı: 9
Mesaj: #5
Tesadüfen Tanıdım Seni
 
4.Bölüm
- YENİ BİR YOL -
-KAHVALTI(Bu gün)
Serap anlattığım anahtarlık olayını sessizce dinlemişti. Gözlerinde şaşkınlık vardı. Uzanıp masadaki bardağıma su katıp içtim. Bu olayın üstüne zaten anca soğuk bir su içebilirdim. Serap derin bir nefes alıp dudaklarını ıslattı.
Serap: Peki, şöyle bir özetlememe ve idrak etmeme izin ver. Bavulun başka birinin bavuluna takıldığı için bavulunun peşine düştün. Adam Korece bilmediği için seni duymadı ve onun peşinden koşarken ayakkabının topuğu kırıldı ve sen yırtık çorapla havaalanında koşmak zorunda kaldın. Bu da yetmezmiş gibi iri yarı iki adam seni deli bir hayran zannettiği için kollarından havaya kaldırıldı.
Serap inanamayan gözlerini masada gezdirdi ve düşüncelerini söylemeye devam etti.
Serap: Annenin yaptığı anahtarlık koptu ha? Sen o anahtarlığı başkasının eline bile vemezdin nasıl oldu da bavuluna taktın inanamıyorum.
Anahtarlık konusu tekrar gündeme geldiği için huzursuzlanmıştım. Yaptığım en büyük aptallık bavula takmış olmamdı. Ama bunu yaparken sonucun o şekilde olacağını tahmin etmemiştim. Hala elimde tuttuğum su bardağını bırakıp çantamdan kırık anahtarlığı çıkarttım.
Serap: Seul’a gelir gelmez benden daha çok olay nasıl yaşayabiliyorsun?
Uzanıp çıkarttığım anahtarlığı aldı ve kırık kısmını incelemeye başladı. Sonra aniden aklına bir şey gelmiş gibi ela gözlerini şaşkınlıkla bana çevirdi.
Serap: Bugünün gazetesine baktın mı?
Sabah kendimi çizimlerime gömdüğüm için gazete ’ye bakmak aklımın ucundan bile geçmemişti.
Melek: Bakmam mı gerekirdi?
Serap: Muhabirlerin sizi neden kovaladığını söylemiştin? Adam çok ünlü biri olmalı. Adı ne demiştin?
Serap bana bunları söylerken yan tarafındaki sandalyede duran siyah büyük çantasından tablet bilgisayarını çıkartmıştı.
Melek: Lee… Şeydi ya bekle ımmm… Lee Mi-
Serap: Lee Min Ho!
Melek: Hah! Evet Lee Min Ho! Bekle sen nasıl bildin?
Serap beni onaylamayan bakışlarla süzerken tableti önüme koydu. Uzun bacaklı haklıydı internette fotoğraflarımız vardı.
Serap: Adam haklıymış! Koca Seul’da insanların arayıp bulamadığı adamı sen elinle koymuş gibi bulmuşsun.
Melek: Çok mu ünlüymüş?
Serap: İnternette arama listesinde 2.sıradasınız! 1.sinde sen varsın.
Olayların bu kadar büyüyeceğini tahmin etmemiştim. Uzanıp tabletteki resimlere bakmaya başladım. Benim yırtık çorabım gözüne sokar gibi ortaydı ve kırık ayakkabılarım yerdeydi. Rezilliğimin ön planda olduğu resimlerde yüzüm çok belli çıkmamıştı. Bu yüzden altındaki haberde benden gizemli kız olarak bahsediliyordu. Kendimden utandığım için tabletin yönünü başka tarafa çevirdim.
Melek: En azından kim olduğumu bilmiyorlar.
Serap: Bence sen yine de dikkatli ol. Aslında şanslı bile sayılabilirsin.
Derin bir iç çekip uzun bacaklının internetteki başka fotoğraflarına bakmaya başladı.
Serap: Yıllardır Seul de olmama rağmen doğru düzgün bir yakışıklı ünlüyle bırak konuşmayı resim bile çektiremedim! Sense adım atar atmaz yakışıklı ve ünlü biriyle gazetelere çıktın. Bu resimlere bakınca karar vermek çok zor. Ben mi çok şanssızım sen mi?
Serap’ın sözlerini dinlemeyi bırakıp gelen kahvaltıma odaklandım dün zaten yeterince uzun olmuştu. Dünün heyecanından uzak rahat ve güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra Serapla yapacağımız planı düşünmeye başladım. Serap kahvesini yudumladıktan sonra kolundaki ince kordonlu siyah saate baktı.
Serap: Omo omo! ( :D ) Saat kaç olmuş! Tatlım, gitmem lazım.
Melek: Bugün Pazar ama ne işin var?
Serap: Biliyorum bebeğim ama bir hafta önceden hazırlanmaya başladığımız bir toplantı var bugün. Gitmem şart, biliyorsun benim patron mükemmeliyetçidir. Tek bir yanlışta kovulurum en azından maaşımdan gider.
Serap büyük bir şirketin tam olarak anlamadığım bir bölümünde olan patronun sekreteriydi. Ve patronu o kadar disiplinli ve düzgündü ki her şeyin en iyisi olması için Serap’a yaptırmadığı iş kalmıyordu.
Melek: Senin şu patronundan tanımadan usandım resmen. Peki çok uzun sürer mi işin?
Serap: Çok uzun sürmez sanırım bak ne diyeceğim işim yaklaşık 3 gibi biter o zamana kadar sende biraz gezersin Seul’u sonra birlikte devam ederiz gezmeye. Olmaz mı?
Melek: Gelir gelmez gördüğüm muameleye bak! Hah!
Serap: Canım biliyorum ama sen de beni anla patronum biraz… Zor biri söz veriyorum seni çok güzel yerlere götüreceğim. Ah bir de bence dışarı çıkarken gözlük falan tak ne olur ne olmaz gazeteciler falan.
Serap yan tarafındaki çantasını toparlayıp telefonunu eline aldı. Gitmeden önce yanağımdan öpüp hızla dışarı çıktı. Masada tek başıma kahvemi yudumlamaya başladım. Dışarısı düne göre daha iyi gibiydi yan tarafımda duran büyük camdan dışarıyı izlemeye başladım. Yağmur yoktu ama hafif bir rüzgar vardı. Seul’da gün öğlen olmaya başlıyordu. Çantamı alıp masadan kalktım.
BİRKAÇ GÜN SONRA
Bugün çizimlerimi tamamladığım için iş görüşmesine gidecektim. Kendime çeki düzen vermek için yataktan kalktım. Yüzümü ve dişlerimi fırçaladıktan sonra üzerime giyecek bir şeyler almak için gardırobun önüne geçtim. Çok renkli giymek istemiyordum ama çok koyu bir renk de olmamalıydı. En sonunda siyah dizime kadar gelen pileli bir etek üstüne uzun kollu dantel işlemeli siyah şeritleri olan bir gömlek giydim. Ben küçük siyah çantama koymak için malzemelerimi seçerken telefonum çaldı.
Melek: Efendim?
Serap: Görüşmen için hazırlanıyor musun?
Melek: Evet birazdan evden çıkacağım sen şirkette misin?
Serap: Evet. Görüşme için ne giydin?
Serpilin sesi çok meraklı geliyordu. Ben ne kadar umursamasam da o giysi konusunu çok severdi.
Melek: Ah şey hani yılbaşında birlikte aldığımız siyah beyaz takım var ya onu giydim.
Serap: hımm… Peki, ayakkabı olarak?
Melek: şey… Ben şeyi giyecektim ya…
Serap: Topuklu ayakkabı giyeceksin değil mi?
Melek: Biliyorsun, topuklu ayakkabı giyince-
Serap: Biliyorum, şu uğursuzluk olayı falan filan. Ama pofuduk botunu ya spor ayakkabını giyecek halin yok. Sana doğum gününde aldığım kısa topuklu siyah ayakkabıları giy.
Melek: Ben emin değilim.
Serap: Topukluları giyeceksin o kadar! Benim kapatmam lazım hadi sonra tekrar ararım seni.
Melek: Tamam, görüşürüz.
Serap’ın giymem için ısrar ettiği siyak ayakkabılara baktım. Giymeyi istemiyordum. Bugünün güzel geçmesini istiyordum. O sırada telefonuma mesaj geldi.
Serap
TOPUKLU AYAKKABILARI GİY!
Derin bir nefes alıp topukluları giydim ve bugünün güzel geçmesini umarak dışarı çıktım.
2 saat sonra iş için geldiğim binanın önündeydim. İçinde sivim ve çizimlerimin olduğu çantamı alıp arabadan dışarı çıktım. 15 katlı iş binasının 9.katına gitmek için asansöre bindim. Arkamda duran aynaya son bir kez bakıp saçımı düzelttim. Yavaşça ilerleyip gireceğim odanın kapısını tıklattım.
--:GİRİN!
Yavaşça açtığım beyaz kapıyı aynı yavaşlıkta kapattım. Büyük bir siyah masanın önünde aynı siyahtan küçük bir sehpa vardı. Küçük sehpanın iki yanında da gri iki tane koltuk vardı. Siyah masanın arkasında tüm koyu renklere zıt düşen beyaz bir koltukta sarışın kahverengi gözlü sivri burunlu bir bayan oturuyordu. Bana hafif bir gülümsemeyle bakıp oturmam için koltuğu gösterdi. Kolumdaki çantayı otururken elime aldım ve içinden belgelerimle çizimlerimi çıkarttım.
Melek: Ben çizimlerim için gelmiştim.
--: Ah, tamam.
Ben adının Shin Min Hwa olduğunu öğrendiğim sarışın bayanın çizimlerimi incelemesini beklerken telefonum çaldı. Özür dileyerek çantamdan kapatmak için telefonumu aceleyle çıkarttım. Ama arayan babamdı.
Melek: Çok özür dilerim bu çok önemli bir telefonda şey bu yüzden bakabilir miyim?
Shin Min Hwa: Tamam, önemli değil.
Kadın yüzünde umursamaz bir ifadeyle cevaplamıştı beni. Hızla dışarı çıkıp telefonumu cevapladım.
Melek: Baba?
Kenan: Seul’a yerleştin mi?
Babam genelde yaptığım şeylerle çok ilgilenmezdi. Onun istemeyeceği bir şey yapmadıkça.
Melek: Evet, evet. Sen bunun için mi aramıştın?
Kenan: Bir paket yolladım evine gelince şaşırma. Kapatıyorum.
Ben bir şey diyemeden kapanan telefona bakakaldım. Sinirimi bastırıp tekrar içeri girmek için kapıya yöneldiğimde içerden gelen sesle olduğum yerde kalakaldım.
 
_______________________________________________________

[Resim: rjn4y.jpg]
09-01-2013 01:43 PM
Tüm Mesajlarını Bul Alıntı Yaparak Cevapla
Minozmini Çevrimdışı
Minoz Fan

Mesajlar: 75
Üyelik Tarihi: Jul 2013
Rep Puanı: 9
Mesaj: #6
Tesadüfen Tanıdım Seni
 
5.Bölüm
BİR BARDAK SOĞUK SU
İçerideki bayan biriyle konuşuyordu ama sorun bu değildi. Sorun konuştuğu şeydi.
Shin Min Hwa: Anlamıyorum bu insanları gerçekten şu çizimleri görmen lazım. Hayır yani neyine güvenip gösterebiliyorsun yeteneksizliğini.
Kadının telefonda söylediği şeyleri idrak etmem biraz zaman almıştı. Elim kapının kolunda donakalmıştım.
Min Hwa: Ben iki tane çöpten adam çizsem yok satar bunların yanında. Tabi şekerim ne diye alıyım böyle insanları işe.
Kadının söylediği şeyleri daha fazla duymamak için kapıyı açtım. Kadın benim geldiğimi görünce telefonu kapattı. Yüzüne ondan iğrendiğimi göstermek için kinle baktım. Yavaşça çantamın olduğu koltuğa doğru ilerledim.
Min Hwa: Ben çizimlerinizi inceledim. Çok beğendim ancak birkaç görüşme daha yapmam lazım size daha sonra haber verilicek.
Çok beğenmiş! Hah! Tabi tabi çok beğendiğinizi görebiliyorum. Sinirden dudağımı ısırmaya başladım.
Melek: Bir insan nasıl bu kadar iki yüzlü olabilir?
Söylediğim kelimeler kadının yüzünde şok etkisi yaratmıştı. O sırada içeriye siyah gür saçlı etek ve gömlek takımı giymiş hafif kilolu bir bayan elinde bir bardak su ve kahveyle içeri girdi.
Min Hwa: Anlamadım? Ne demek istediniz?
Yüzüne alaylı bir gülümsemeyle bakıp ayağa kalktım. Siyah saçlı bayanın elindeki suyu aldım.
Melek: Diyorum ki bu şirketin dürüstlüğe çok önem verdiğini duymuştum. Ancak siz arada kaynamışsınız. İnsanların arkasından atıp tutabiliyor ancak yüzüne bir b*k diyemiyorsunuz.
Yüzümdeki gülümsemeyi hiç bozmadan suyu kadının ağzı açık kalmış yüzüne fırlattım. Kadın soğuk suyun etkisiyle bağırıp ağaya fırladı.
Min Hwa: Ne yapıyorsun sen? Manyak! Git güvenliği çağır çıkartın bu deliyi ofisimden!
Siyah saçlı kadın sivri burunluyu dinleyip korkmuş bir şekilde dışarı koşturdu.
Melek: Merak etmeyin sizin gibi bir insanın yanında kalmak isteyen yok. Ama size tavsiyem bir daha ki sefere insanların arkasından konuşmayın ne söylemek istiyorsanız yüzüne direk söyleyin. Aynen benim yaptığım gibi.
Kadını ve şaşkınlığını ofiste bırakıp dışarı çıktım. Ofisin yanında duran küçük çöp kutusunu giderken devirip asansöre bindim. Topuğumun altına yapışmış kağıt parçasına uzandım.
Melek: Topuklu ayakkabı gerçekten bana uğursuzluk getiriyor. GERÇEKTEN!
Serap beni aradığında gittiğim şirketten çok uzakta olan küçük bir kafede oturuyordum. Kafe’de yeşil ve kahverengi tonları hakimdi. Çok dingin bir müzik çalıyor ve içerisi nane kokuyordu. Cam kenarına konmuş küçük meşeden yapılmış masalardan birinde oturmuş sütlü kahvemi yudumluyordum.
Melek: Efendim?
Serap: Tatlım! İş görüşmen nasıl geçti?
Serap’ın sesi çok mutlu geliyordu. Aynısını benim için söylemek zordu. Sinirim geçmiş olsa da artık umudumun kalmadığını hissediyordum.
Melek: Sana topuklu ayakkabı giymemeliyim demiştim.
Sesim planladığımdan daha umutsuz çıkmıştı. Sütlü kahvemden güç almak istercesine büyük bir yudum aldım.
Serap: Ahh… Olmadı mı?
Melek: Hayır. Ama sanırım kadının durumu şu anda benden daha kötü.
Serap: İşe alınmadın diye kadını dövmedin dimi?
Melek: Hayır yani tam olarak dövdüm denemez. İkiyüzlü bir insana ders verdim o kadar. Neyse senin işin bitti mi?
Serap: Ders verdin ha? İşim mi? 2 saate anca biter sen neredesin?
Melek: Yol kenarında bir kafedeyim. Eve gidip yiyecek bir şeyler hazırlayacağım o zaman, direk bize gel birlikte yiyelim biliyorsun kafam kötüyken fazla yemek yaparım.
Serap: Tamam, fazla abartma. Öpüldün!
Kahvemi bitirip masadan kalktım. Dışarıda hava serindi akşam sanırım daha da serin olurdu. Derin bir iç çekip Seul’un daha fazla yaşamımı zorlaştırmaması için dua ettim.
 
_______________________________________________________

[Resim: rjn4y.jpg]
09-03-2013 11:46 AM
Tüm Mesajlarını Bul Alıntı Yaparak Cevapla
Minozmini Çevrimdışı
Minoz Fan

Mesajlar: 75
Üyelik Tarihi: Jul 2013
Rep Puanı: 9
Mesaj: #7
Tesadüfen Tanıdım Seni
 
6.Bölüm
-YAPMALI MIYIM?-
Sinirimin geçmesi için yaptığı çeşit çeşit yemeği yerleştirdiğim masanın düzenini tekrar kontrol ederken kapı çaldı.
Serap: Güzel yemeklerinin kokusunu arabadayken alabiliyordum. Oooo! Beklentilerimin üstünde olmuş masan bebek!
Serap çantasını koltuğa koyduktan sonra yanağıma sulu bir öpücük kondurup sandalyesine oturdu. Üzerinde eşofman türü rahat şeyler vardı.
Melek: Eve uğramana gerek yoktu benim giysilerimden giyerdin.
Serap: Ha-yır. Eve uğramam gerekiyordu bütün geceyi seninle geçireceksem yanımda bir şeyler de getirmem gerek değil mi??
Melek: Bütün gece mi? Ben sana bulaşıkları yıkatıp yollamayı düşünüyordum.
Serap: Bulaşık mı? Hımm… Gitsem mi acaba ya?
İkimizde gülüşerek yaptığım yemekleri yemeye başladık. Bugünün sıkıntılarını birazda olsa unutmak iyi gelmişti. Serap’a iş yerinde yaptıklarımı anlattım. Yarı gülerek yarı kızarak beni dinledi. Onunla bu şekilde konuşmayalı uzun zaman olmuştu. Yemekten sonra bulaşıkları halledip pofuduk pembe koltuklara yerleştik.
Serap: Melek… Bugün aslında bir şey oldu. Yani bizim şirketin sponsor olduğu bir dizi var. Henüz kadrosu tamamlanmamış ve senin çizimlerin kabul olmadığını duyunca ben şey diye düşündüm…
Melek: Çıkart artık şu baklayı Serap!
Serap: Tamam tamam. Ya başrol için seçmelere katılabilirsin diye düşündüm! Oh be söyledim.
Dizi için seçmelere katılmak…
Melek: Benim için bunun imkansız olduğunu biliyorsun Serap.
Serap: Neden imkansız olacakmış? Melek senin neler yaptığını ve neler yapabileceğini benden çok sen biliyorsun. Ben, ben senin sahnede ne kadar mutlu olduğunu tekrar hatırlamanı istiyorum. Geçmişe takılıp kalmanı ya da hayatını bu şekilde devam ettirmeni değil!
Melek: Ben hayatımdan memnunum Serap çizimlerimi elinde sonunda bir yer kabul edecek ve ben-
Serap: Hiçbir yer senin çizimlerini kabul etmeyecek Melek! Lütfen artık anla bunu! Lisedeyken hayalinin sahnede olduğunu söyleyen sendin! Ne kadar mutlu olduğunu hatırlasana.
Melek: O zamanlar yanımda annem vardı. Serap ben şimdi, olmaz, yapamam…
Serap: Şimdide yanında ben varım hep oldum! Lütfen Melek sen bu kadar çaresiz kalacak yeteneksiz birisi değilsin. Senin için yapılan yorumları hatırlasana.
Melek: Herkes annesi gibi olacak diyordu. Ben annem olmadan nasıl yapacağımı bilmiyorum.
Serap: Herkes annesinden daha başarılı olacak diyordu. Annen de bunu istiyordu. Melek, sen bu değildin.
Melek: Ben bu olmak istiyorum Serap lütfen… Bu konuşmayı daha fazla yapmak istemiyorum.
Serap: Peki, sen nasıl istersen. Ben yukarı çıkıyorum senin düşünmeye ihtiyacın var.
Serap mutfaktan hazırladığı neskafesini alıp üst kattaki odama çıktı. Sesini kıstığımız televizyonu kapattım. Serap’ın dediklerini düşünmek istemiyordum. Ben eskisi gibi güçlü biri değildim artık. Koltuğa koyduğu çantasından albüme benzer bir şey düşmüştü. Orta sehpanın altına giden şey siyah kare bir cd albümüydü. Bir sürü yabancı ve Türk film vardı. En sonda kırmızı kalemle Oyun-1 yazan bir CD vardı. CD’yi çıkartıp televizyona taktım.
--: Başlıyor, başlıyor sessiz olun!
Bu ses Serap’ındı. Video lisedeki tiyatro salonunda çekilmişti. Alkışlar arasında sahnenin kırmızı perdeleri aralanıyordu. Tiyatro bölümünde tanıdığım herkes sahnedeydi haftalarca uğraştığımız oyunu sahneliyorlardı. Ve işte bende oradaydım. Oyuna biraz müzikal havası vermiştik ve birbirimizin makyajı için çok uğraşmıştık. Annem de bizim oyunumuza çalışmamızda çok yardım etmişti. Annem o zamanlar Türkiye’de çok ünlü bir aktristi. Birçok film ve dizi çekimi olurdu ama benim için arada gelip oyun hakkında bize yardım ederdi. Serpil kamerayı tamamen beni görecek şekilde yaklaştırmıştı. Çok uzun zamandır aynaya baktığımda göremediğim mutluluğu gözlerimde görüyordum. Sahnede ne kadar heyecanlı olduğumu hatırlıyorum. Ve annemin bizi nasıl ayakta alkışladığını. Bizi alkışlarken mutluluktan ağlayanın tek o olmadığını ve anneme hep sahnede olmak istediğimi söylediğimi hatırlıyorum. Yanağıma süzülen damlaların sıcaklığını hissettiğimde içimde kalmış kırık hayallerimin tekrar birleşmek istediğini anlamak beni korkutuyordu. Yalnız odaya içimdeki korkuyu fısıldadım.
Melek: Anne… Tekrar sahneye çıkabilir miyim? Bunu tek başıma yapabilir miyim?
-Ertesi Gün-
Serap benim yanımda kaldığı için birlikte güzel bir kahvaltı yapmamız için her zaman olduğu gibi erkenden kalktım. Cam kenarında bulunan büyük yemek masasını hazırlarken yukarıdan ayak sesleri geliyordu.
Melek: Bebek, aşağı gel kahvaltı hazırlıyorum.
Dün gece yaptığımız hararetli tartışmadan sonra yukarıda kalan işlerini laptoptan tamamladığı için geç yatmıştı. Ama bugün Pazar olduğu için onun uyumasına izin vermiştim. Saçları dağılmış ve dün akşam silmeyi unuttuğu göz kalemi akmış bir şekilde aşağı inmişti.
Melek: Tatlım önce bir lavaboya gitsen iyi olacak.
Serpil sersem gibi yüzüme baktıktan sonra uyuşuk uyuşuk gittiği banyodan hızla koşarak geri geldi.
Serpil: Ben makyajımı silmeden mi uyudum!!! Melek beni uyandırmalıydın, dövmen gerekse bile.
Melek: Tabi tabi, altı üstü kalemin akmış yüzünü yıka geçer.
Serpil: Makyajımı silmeden uyumak yüzümün daha hızlı yaşlanması demek! Çıldıracağım.
Serpil koşarak banyoya dönerken bende masada eksik olan şeyleri bulmaya çalışıyordum. Yüzünü temizleme işini oldukça uzun bir zaman yaptıktan sonra masaya oturduğunda rahatlamış görünüyordu.
Serpil: Bugün için plan yaptın mı? Biliyorsun bugün tamamen seninim.
Onun bu sözlerine gülerek cevap vermiştim.
Melek: Aslında yapmadım kahvaltıdan sonra düşünürüz.
Güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra dün akşam için ondan özür diledim.
Serpil: Önemli değil sadece seni o şekilde yani çizimlerini kabul ettirmek için bunca çaba harcarken görmek beni artık çıldırttığı için patladım birden.
Melek: Dün ben dediklerini düşündüm. Birde lisedeyken oynadığım oyunu buldum çantanda.
Serpil: Hım… Peki ne sonucuna vardın?
Melek: Ben hala kendime güvenmiyorum. Çok uzun zaman oldu sahneye çıkmayalı. Ama annemin izinden gitmek artık o kadar da yanlış gibi gelmiyor gözüme.
Serpilin çilek reçeli sürdüğü kızarmış ekmek boğazında kalmıştı. Öksürmeye başladığı için hem sırtına vuruyor hem de ona su uzatıyordum. Ağzındaki lokmayı yutmayı başardığında yüzüme uzaylı görmüş gibi bakıyordu.
Serpil: Yani şimdi sen çizim yapmayı bırakıp tekrardan sahneye dönmeyi deneyeceğini mi söylemeye çalışıyorsun?
Melek: Tam olarak değil yani emin değilim.
Serpil gülmeye başlamıştı. Sandalyesinden kalkıp şarkı söyleyerek dans ediyordu.
Serpil: Woooww!!! Senin bunu düşünmen bile bayram etmeme yeter!
Melek: Abartma otur hadi.
Serpil: Hey! Bak ne diyeceğim sana dediğim şu seçmelere katılmaya ne dersin?
Serpilin mutlulukla parıldayan gözleri büyükçe açılmış halde bana bakıyordu.
Melek: Hayır! O kadar erken değil yani biraz daha düşünmem lazım.
Serpil: Of! Neyse tamam üstüne gitmeyeceğim daha fazla ama bak yabana atılacak fırsat değil bu diziyi dört gözle bekleyen birçok insan var yani adını duyurman için birebir.
Melek: Düşüneceğim dedim! Hadi kahvaltını yap!
 
_______________________________________________________

[Resim: rjn4y.jpg]
09-08-2013 05:44 PM
Tüm Mesajlarını Bul Alıntı Yaparak Cevapla
« Önceki | Sonraki »
Cevapla 




Konuyu görüntüleyenler: 1 Misafir

İletişim | Lee Min Ho Turkey | Minoz Turkey | Yukarıya dön | İçeriğe Dön | Mobil Versiyon | RSS
[1] [2] [3] [4] [5] [6] [7] [8] [9] [10] [11] [12] [13] [14] [15] [16] [17] [18] [19] [20] [21] [22] [23] [24] [25] [26] [27] [28] [29] [30] [31] [32] [33] [34] [35] [36] [37] [38] [39] [40] [41] [42] [43] [44] [45] [46] [47] [48] [49] [50]