2.Bölüm
-ŞAKA YAPTIĞINI SÖYLE-
M: Bırak beni! Hey, bileğimi bırak!
--: Saçma bir habere manşet olmak istemiyorum, lütfen kapat artık çeneni!
Ben daha fazla konuşamadan dışarı çıkmıştık. Siyah bir jeepin kapısını açıp içeri girdik.
M: Ne yaptığını sanıyorsun sen? Bavulum havaalanında kaldı.
--: Merak etme bavulunu korumam aldı artık biraz sessiz olabilir misin?
İlk gördüğümden beri taktığı şapkasını ve gözlüğünü çıkartıp koltuğa koydu. Yüzünü görmek tuhaf gelmişti. Yorgun gibi görünüyordu. Eliyle başını ovmaya başladı. Ben, o bu haldeyken kaçmayı düşündüm ama ayakkabılarımı koşarken düşürmüştüm ve yağmur yağıyordu.
--: O şekilde getirdiğim için üzgünüm ama havaalanında deli gibi tepinip bağırmana daha fazla müsaade edemezdim.
M: Ben mi deli gibi tepinip bağırıyordum?! Hah! Senin yüzünden bu haldeyim ama kaçmamızın sorumlusu ben oluyorum öyle mi?
--: Eğer sakince anlatmaya çalışsay..
M: Sakince mi? Senin benim halimden haberin yok galiba? Adamın yüzünden elimde topuklular havaalanında çorapla koşmak zorunda kaldım! Ve yine adamların yüzünden herkesin ortasında kollarımdan havaya kaldırıldım. Sakinlik bunu neresinde?
Gözlerini kapatıp başını geriye doğru yasladı.
--: Adamlarım adına özür dilerim. Oldu mu?
Yüzüme bakmıyordu. Kapıya doğru bir göz attım ama yırtık çorapla taksiye binsem bile bavulum hala ondaydı.
M: O iri yarı adam en başta beni dinleyip bavulumu çekiştirmeyi bıraksaydı bunların hiçbiri olmazdı.
--: Bavulları taşıyandan mı bahsediyorsun?
Artık yüzüme bakıyordu ve kahverengi gözlerinde tuhaf bir şaşkınlık vardı.
M: Evet şu takım elbiselilerin en irisi.
Gözlüklü uzun artık gülmeye başlamıştı. Neden güldüğünü anlayamasam da gülüşü güzeldi.
M: O… O Japon. Korece’si yoktur.
Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle konuşuyordu. Ana dilimden farklı bir dil konuşuyordum ama o iri adamın farklı bir dil konuşabileceği aklıma gelmemişti. Kendimi çok salak hissettiğim için konuyu değiştirmeye çalıştım.
M: Her neyse… Benim bavulumu ver bir taksiye binip gitmem lazım.
--: Hala seni neden çekip getirdiğimi anlamadın mı? Dışarısı haberci kaynıyor. Senin peşini kolayca bırakacaklarını mı düşünüyorsun?
Artık bana küçükseyerek bakıyordu. İnsanlardan bu kadar çabuk nefret eden biri olmasam da bu adam benim rekorumu kırmamı sağlıyordu.
M: Neden o kadar insan bizim fotoğrafımızı çekmeye çalışıyordu ki?
--: Sen şaka mısın?
Beni boydan boya süzmeye başladı. Üzerimde kahverengi düz uzun kollu bir elbise üstünde siyah bir ıslak bir mont ve ıslaklığın yanında çamurlu bir siyah çorap vardı. Utandığım için montumun önünü kapatmaya çalıştım. Bütün bunların üstüne ayakkabısız habercilerden kaçmak tam bir utanç kaynağıydı.
--: Koreli olmadığın belli oluyor ama… Sen nerden geldin?
M: Ben… Ben Türkiye’den yeni geldim. Gelir gelmez de başım beladan kurtulmadı. [Senin gibi bir beladan]
--: Bu bela ben olmalıyım değil mi?
Yüzünde yarım bir gülümseme vardı. Gerçekten umursamaz bakıyordu.
--: Yarın tüm gazetelerde fotoğrafını görürsen şaşırma. Sen beni tanımıyor olabilirsin ama beni neredeyse Kore’nin tamamı tanıyor. Şimdiden manşetleri tahmin edebiliyorum; ‘’ Lee Min Ho’nun Gizli Aşkı’’ , ‘’ Kim Bu Gizemli Kız?’’
M: Gizli aşkı mı? Ben nerden senin aşkın oluyormuşum?!
LMH: Senin gizli aşkım olmadığını ben biliyorum ama tüm Kore bunu bilmiyor ve yarın sabah meçhul kız olarak Kore’de tanınacaksın.
Yüzünde zaten bilmem gereken bilgileri söylediğini gösterircesine bir umursamazlık vardı. Adı ne demişti?
M: Lee Sin… Şey adın ne demiştin?
Aklımda uğraşmam gereken o kadar çok mesele vardı ki dinlerken onun adına dikkat etmemiştim. Adını hatırlayamadığım için yüzünde önce bir şaşkınlık sonra da onaylamayan bir ifade vardı.
LMH: Lee M-i-n H-o, Lee Min Ho! Gerçekten seninle uğraştığıma inanamıyorum.
Kafasını tekrar arkaya yasladı ve gözlerini kapattı. Ama aynı şeyi ağzı için yapmamıştı.
LMH: Adresini şoföre ver ıslak kedi yavrusu gibi dolaşmana müsaade edemem.
Islak kedi yavrusu mu? Hah! Kim ondan müsaade istedi ki? Kendini beğenmiş uzun şey ne olacak!
M: Ben kend…
Sözümü tamamlamama izin vermeden elini bana doğru uzattı. Başı hala koltuğa yaslı duruyordu ama gözleri bana bakıyordu.
LMH: Kendim giderim sözlerini yeterince dinledim adresini ver.
Ona kızgın olmasını istediğim bakışlarımdan yolladım. Sıkmaktan elimin acıdığı çantamın fermuarını açtım. Eğer bu çantanın içinde ben olsaydım çoktan hastanelik olurdum sanırım sallanmaktan. Gelmeden önce taksiye vermek için yazdığım buruşmuş adres kağıdını çıkartıp ona uzattım.
Elimdeki kağıda bakmadan buruşuk kağıdı şoföre uzatıp başını yasladığı koltuğa geri döndü. Ona bakmayı artık istemediğim için yağmurun dövdüğü cama kafamı yasladım. Dışarısı damlalar yüzünden net görülemiyordu ama etrafta koşturan insanları seçebiliyordum. Bir gök gürültüsüyle olduğum yerden zıpladım. Elimde tuttuğum kırılmış anahtarlığımı kendime iyice bastırdım. Annemin küçükken bana söylediği şarkıyı mırıldanmaya başladım.
Bu şarkıyı çok seviyorum minozlar ;) Annesinin Meleğimize söylediği şarkı!
Ziyaretçilerin Bağlantıları Görebilmesi İçin Foruma Üye Olmaları Gerekiyor. (TÜRKÇE ALT YAZILI)
Ziyaretçilerin Bağlantıları Görebilmesi İçin Foruma Üye Olmaları Gerekiyor.