Benzeyen Konular
Konu: Yazar Cevaplar: Gösterim: Son Mesaj
  Pain Love Yaseminminoz 11 7,379 Son Mesaj:08-19-2014 01:12 AM
  Sweet Love SalvatoreTVD 52 41,503 Son Mesaj:04-11-2014 02:39 AM
Heart High School Love <3 iran minoz 4 4,510 Son Mesaj:03-24-2014 09:24 PM
Cevapla 
 
Değerlendir:
  • 4 Oy - 5 Yüzde
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Secrets And Love
Yazar Mesaj
~YaseMinHo~ Çevrimdışı
Minoz Fan

Mesajlar: 79
Üyelik Tarihi: Nov 2013
Rep Puanı: 17
Mesaj: #8
Secrets And Love
 
facebook share twittershare
Ziyaretçilerin Bağlantıları Görebilmesi İçin Foruma Üye Olmaları Gerekiyor.

BÖLÜM 7 – KAMP GÜNLÜĞÜ

[b]Hyo Joo hemen toparlanır anahtarı eline alır ve ayağa kalkar.
Hyo Joo – Ben peçeteleri alayım
Diyerek hızla aşağı iner ve kendisini dışarı atar. Arabanın olduğu yere gelir. Derin bir nefes alır.
‘’Bu neydi şimdi, neden kalbim bu kadar hızlı atıyor! Kendimi toparlamalıyım.. Bir daha bu olmayacak, olmamalı! ‘’
Elini kalbine götürerek vurur, bu ani anlamsız kalp atışını durdurmak istercesine vurur. Peçeteleri alıp içeri girer.
Min Ho’da pek farksız değildir. Elini kalbine götürmüş durumu anlamlandırmaya çalışıyordu. Gözlerinin önünde Hyo Joo’nun gözleri gitmiyordu. Sanki hiç yabancı bir bakış değildi. Sanki yıllardır onu tanıyormuş ve kendisine bile itiraf edemeyecek şekilde onu seviyordu. Ama Hyo Joo’dan farklıydı. O bu duyguları bastırmak istemiyordu. Bu duyguları yaşamak istiyordu. Ne kadar ileriye gidebilse gitmeye tam o anda karar vermişti. Gözlerine bakmak yetmemişti. Doyasıya bakmak isteği kalbinin derinliklerinden geliyordu. Bunu hissedebiliyordu…
Akşam 6’de ortalık tamamen sakinlemişti. Öğlen ki telaş bitmişti. Herkes toplantı odasındaydı. Yorgunlukları çok net anlaşılıyordu.
Min Ho – Herkes çok çalıştı, teşekkürler. Yarın hepiniz izinlisiniz. Zaten kampa gidiyoruz. Pazartesi gününe bomba gibi dönelim! Bu arada haftaya Pazar günü de kutlama etkinliği var pazartesi günü tekrar bu konuda konuşuruz. Ortalığı toparlayalım 1 saat sonra Ji Sub hyung gelecek minübüs tarzı bir arabayla kamp yerine gideceğiz. Kyu Jong Ve Hyo Joo siz o gelene kadar eşyalarınızı hazırlayıp gelin..
Hyo Joo – Ben gelmesem ?
Min Ho – Derdini bana değil Ji Sub hyunga anlat.. Sabahki söylediklerini duydun.
Hyo Joo – Off tamam ben çıkıyorum o zaman
Kyu Jong – Bekle beraber çıkalım bende otobüsle gidicem
Hyo Joo – Tamam
Min Ho – içinden – Ne gerek var ki -_-
Hyo Joo ve Kyu Jong çıktıktan sonra diğerleride ortalığı toparlar. Yarım saat sonrasında Ji Sub gelir.
Ji Sub – Ben geldim, bitti mi işiniz?
Min Ho – Bitti sayılır ama Hyo Joo ve Kyu Jong’u bekliyoruz. Eşyalarını almak için gittiler.
Ji Sub – Güzel.. Bende size yardım edeyim o zaman.
Hep beraber biraz daha ortalığı toparlarlar. Ardından Hyo Joo ve Kyu Jong’da gelir.
Ji Sub – Hadi bakalım yolculuk vakti! 1 saatlik yolumuz var daha.
Min Ho cafeyi kapatır ve herkes minübüsün oldu yere gelir. Ji Sub arabanın kapısını açar.
Min Ho hemen arabanın kapısının önüne geçer.
Min Ho – Hyo Joo sen en arkaya geç, arka tekerlek üstünde oturmak istemiyorum!
Hyo Joo şaşırmıştı. Ancak onun için minübüs tarzı arabanın en arkasında olmak en rahatlatıcı olanıydı. Herhangi bir araç kullanmak bile fazlasıyla rahatsızlık vericiydi zaten. Hyo Joo en arkadaya geçmiş diğerleride yerleşmişti. Min Ho’da önem Ji Sub’un yanına oturmuştu. Sürekli aynadan Hyo Joo’yu gözetliyordu.
Ji Sub: Senden beklemediğim hareketler bunlar.
Min Ho: Hı? Neden bahsediyorsun?
Ji Sub: Hyo Joo’nun araba ile ilgili sorununu anlamışsın.. Çaktırmadan yer vermeye çalışmalar, sürekli aynadan kontrol etmeler falan.. Senin gibi birinden beklemediğim şeyler.
Min Ho: Hyung!
Ji Sub: Ve artık inkarda etmiyorsun.
Min Ho: Hyung dikkatini dağıtma araba kullanırken.
Ji Sub: Neden hala bana bile itiraf etmiyorsun?
Min Ho: (içinden) Kendime bile henüz itiraf edemedim ki…
Min Ho susar, Ji Sub gülerek yoluna devam eder. Sonunda varacakları yere varırlar. Herkes minübüsten iner. Hyo Joo ve Yoona en arkada uykuya dalmışlardı. Min Ho uyandırmak için minübüsün arkasına geçti ve Hyo Joo’nun Yoona’nın elini sımsıkı tuttuğunu ve yüzünde boncuk boncuk terlerin olduğunu fark etmişti. Hala kazanın etkisi bu kadar şiddetli mi devam ediyordu yani! İçinde bir sızı hissetmişti o an. Keşke bir yolu olsaydı da onu bu korkularından, kötü anılarından çekip alabilseydi.
Min Ho yine işi dalgaya alarak onları uyandırmaya çalışmıştı. Eline pet şişeyle su almış avucuna biraz su alıp Hyo Joo’ya atmıştı. Hyo Joo ise ne olduğunu anlamamış bağırarak uyanmıştı.
Hyo Joo: Aaa bu da ne!
Min Ho: Geldik hadi tembel tembel uyumayı bırakta eşyaları taşıyıp çadırları kurmaya başla.
Hyo Joo: Sen nasıl insan uyandırılır bilmez misin? İlk geldiğin günde beni gürültülü bir şekilde uyandırmıştın.
Min Ho: Hala söyleniyor musun?
Bu gürültüye Yoona’da uyanmıştı.
Yoona: Aa geldik mi? Ne güzel uyumuşum.
Hyo Joo: Hadi inelim artık şu arabadan Yoona..
Hyo Joo ve Yoona arabadan inmişlerdi. Min Ho’da onlardan sonra inmişti. Eşyaları kamp alanına taşıyıp çoktan çadır kurmaya başlamışlardı. Hava neredeyse kararmak üzereydi.
Ji Sub: Min Ho ve Hyo Joo hava kararmadan önce biraz çalı çırpı toplayıp getirsenize.
Hyo Joo: Neden ikimiz? O tek başına gidebilir bence.
Min Ho: Ormanda olduğumuzun farkında mısın?! Havada kararacak..
Hyo Joo: Ne yani korkuyor musun?
Min Ho: Yok yani öyle denemez. Ama yinede tek gidemem.
Hyo Joo: Hahh şuna bak bal gibide korkuyorsun.
Min Ho: Patronum olduğunu unutma.
Hyo Joo: Sende şuan kafede olmadığımızı unutma lütfen.
Ji Sub: Ama yeter! Gece üşümek istiyorsanız gitmeyin.
Seung Gi: Tamam ben gid….
Diyecekken Yoona eliyle Seung Gi’nin ağzını kapatır.
Yoona: (Sessizce Seung Gi’nin kulağına yönelerek) Sussana birlikte gitsinler işte!
Seung Gi: Ahh şimdi hatırladım benim yapmam gerek birkaç şey vardı.
Yoona ve Seung Gi fısıldaşarak konuşmaya devam ederler.
Yoona: Hıh şöyle işte.
Seung Gi: Sencede birbirlerinden haz etmiyorlar mı?
Yoona: Büyük aşklar kavgayla başlar hayatım. Kavga ede ede birbirlerine yakınlaşıyorlar.
Seung Gi: Buradan baktığımda pek aşık olacaklarmış gibi durmuyorda.
Yoona: İddiasına var mısın?
Seung Gi: Neyine?
Yoona: Kaybedersen bana çok beğendiğim bir kolye vardı onu alacaksın..
Seung Gi: Tamam; sen kaybedersen de bana tuttuğum takımın formasını alacaksın. Yeni sezonun formasını.
Yoona: Anlaştık, hayatım sen yavaş yavaş paranı toparlamaya başlasan iyi edersin.
Seung Gi: Gerek kalmayacak canım..
Ji Sub: Siz ikiniz hala duruyor musunuz?!
Hyo Joo: Aishh tamam gidiyorum.
Min Ho ve Hyo Joo ormanın içlerine doğru çalı toplayarak ilerliyorlardı. Hava neredeyse kararmıştı. Bir fener yardımıyla yürüyorlardı.
Min Ho: Bu kadar yetmez mi?
Hyo Joo: Yetmez, hem sen korkuyor musun gerçektende?
Min Ho: Yoo, neden korkayım ne var korkacak yani.
Hyo Joo: Dimi ama en fazla birkaç yabani hayvan çıkar karşımıza.
Min Ho: Yabani hayvan mı? Yok canım ne arasın burada yabani hayvan. Burası şehre biraz daha yakın. Olmaz yani.
Hyo Joo birden arkasına dönerek garip sesler çıkarıp Min Ho’yu korkutur. Min Ho yerinde sıçrar ve çığlık atar.
Min Ho: Yaaaa! Ne yapıyorsun sen ya!
Hyo Joo: Gerçektende korkumuyormuşsun!
Min Ho: Çok kötüsün..Ahh gerçekten kalbime inecekti.
Hyo Joo: Korkma korkma.
Min Ho iyice Hyo Joo’nun yanına sokulur ve koluna girer. Hyo Jo şaşkındır ve yürümeyi bırakarak Min Ho’ya bakar.
Min Ho: Hiç bakma öyle beni korkutan sendin. Şimdide beni korumakla sorumlusun.
Evet aslında Min Ho çok iyi bir oyuncuydu. Korkuyu bahane ederek Hyo Joo’ya yakınlaşacak bahane bulmuştu. Kalbi deli gibi atıyordu. Bu duygular ona çok uzaktı, şuan mutluluktan uçup havalanabilecek potansiyele sahip hissediyordu. Aşk böyle bir şeydi demek ki. Yanında olmak, tenini hissetmek midenle kelebeklenmelerin olmasına ve hatta mutluluk hormonlarının tavan yapmasına sebep olabiliyordu. Peki Hyo Joo, o neler hissediyordu? Bu düşünceler Min Ho’nun beynini kurcalarken Hyo Joo’da derinlerde dalıyordu. Bir garip hissetmişti kendisini. Yanında inkar edemeyeceği kadar yakışıklı bir adam koluna girmişti. Hem yakışıklı, hem sempatik. Bu duygular son bir senedir onada yabancıydı. Kalbine kurduğu zırhlar yavaş yavaş ondan istemsizce yıkılıp gidiyordu. Kendisi buna engel olmaya çalışsada başarması çok zordu artık! O da bir şeyler hissetmeye başlamıştı. Yoksa kalbi neden böyle hızlı atsın ki?
Ardından garip gelen hayvan sesleri yüzünden ikiside bu duyguları bir kenara bırakmış korkuları ağır basmıştı.
Min Ho: Heyy ses çıkarmayı bırak
Hyo Joo: Min Ho o sesleri ben çıkarmıyorum..
Min Ho: Yalan söylüyorsan bittin sen
Hyo Joo: Min Ho 3 deyince kaçıyoruz.
Min Ho: Yaa ne oluyor?
Hyo Joo: Aşırı tepki verme ama önümüzde sinsice bize yaklaşan bir hayvan var.
Min Ho: Nee!
Diyerek Hyo Joo’nun elini sıkıca tutarak arkasınsa doğru koşmaya başlar. İkiside şuan için el ele olmalarını değerlendirecek değildi. Arkalarında bir hayvan onları takip ediyor olabilirdi. Hızla koşarak sonunda kamp alanına gelmeyi başarmışlardı. İkiside soluk soluğaydı. Herkes ikisine bakıyor, Seung Gi içtiği suyu dışarıya fırlatmış ve öksürmeye başlamıştı. Ji Sub’da bu görüntü karşısında oldukça şaşkındı. Herkesin gözlerinin onlarda olmasını anlamayan ikili birbirlerine bakmışlardı anlamsızca. Sonrasında ikiside aynı anda ellerini fark edip birbirlerinden ayırmışlardı. Oysa ikiside el eleyken nasılda huzurluydular…
Hyo Joo: Şey biz kaçıyorduk aslında
Min Ho: Kocaman bir hayvan bizi takip etti. Canımızı zor kurtardık.
Hyo Joo (fısıldayarak) : Abartma istersen…
So Ji Sub ikilinin durumunu kurtarmaya çalışmak için çalıları bahane etmeye başlamıştı.
Ji Sub: Ee peki çalılar nerede?
Hyo Joo: Ah biz onları korkuyla kaçarken attık : /
Ji Sub: İnanmıyorum size çalı için gittiniz ve hiçbir şey getirmeden geldiniz mi?
Min Ho: Tabi hyung haklısın, hayvana yem olmakta olsa ucunda çalı toplamalıydık.
Ji Sub: Abartma Min Ho, burada ne arasın seni yiyebilecek bir havyan. Hem midesine dokunursun sen hayvanın. Ona yazık olur yani.
Herkes gülmeye başlar.
Kyu jong: Tamam tamam ben yakınlardan biraz çalış topalayıp getiririr.
Ji Sub: Bekle bende gelim seninle
Yoona: Aaa aşkım aslında benimde tuvaletim geldi.
Seung Gi: Tuvaletin mi?
Yoona: Evet hadi beni götür.
Seung Gi: Tamam canım gidelim.
Seung Gi ve Yoona biraz ilerlerler ve Yoona arkasına bakarak gülmeye başlar.
Seung Gi: Çok fenasın Yoona! Tuvalet için çıkmadık dimi!
Yoona: Tabikide tuvalet için değildi ^^
Seung Gi: Ya Hyo Joo için bu aşk kötü olursa?
Yoona: Saçmalama neden kötü gelsin ki. Birini sevip hayatına devam etmeli o da!
Seung Gi: Peki Donghae’yi aldattığı düşüncesine kapılırsa? Bir yandan aşık olurken diğer yandan bunu engellemeye çalışırken daha çok yıpranırsa?
Yoona olduğu yerde durur ve Seung Gi’ye bakar.
Yoona: Gerçekten de böyle bir şey olabilir mi? Kendini bunun için suçlar mı?
Seung Gi: Böyle olacağına %99,9 eminim! Donghae ile yaşadıkları şeyler az buz değildi. Hastalığı atlatır atlatmaz evleneceklerdi. Düğün ve çocuk hayalleri kurmaya başlamışlardı. Bunlar kolay şeyler değil.
Yoona: Seung Gi : ( Peki bunların üstesinden nasıl gelecek.
Seung Gi: Güçlü kalarak!
Yoona Seung Gi’nin elini sıkıca tutar.
Yoona: Beni asla yalnız bırakma asla!
Seung Gi: İstesende bırakmam meleğim..
Hyo Joo ve Min Ho yine bir şekilde yalnız kalmışlardı.
Akşam serinliği ortaya çıkmış Hyo Joo üşümeye başlamıştı. Kollarını sıvazlarken Min Ho’da onu görmüş arkasından yaklaşarak üstündeki hırkayı onun omuzlarına bırakmıştı. Hyo Joo aniden irkilmiş ne olduğunu şaşırmıştı. Hemen hırkayı çıkarırarak geri vermeye geltinmişti.
Hyo Joo: Gerek yok yanımda getirmiş olmam gerekiyor.
Min Ho: Kalsın işte ben üşümüyorum.
Hyo Joo: Yok olmaz.
Diyerek çadırına gitmiş ve getirdiği küçük çantayı açmıştı. Ancak içinde hırka yoktu. Aceleyle hazırlandığı için en gerekli şeyi unutmuştu.
Hyo Joo: Salak mısın kızım sen! Nasıl unuturum hırka almayı!
Çadırından çıkmıştı mahçupça.
Min Ho: Ne oldu getirmedin mi yoksa hırka?
Hyo Joo: Şeyy unutmuşum sanırım.
Min Ho: Al giy şunu.. Hastalığın yeni yeni iyileşiyor zaten.
Hyo Joo: O kadar üşümemiştim zaten. Hem hava soğuk sende ince giyinmişsin.
Min Ho: Al giy şunu artık! Üşüsem emin ol ki sana vermezdim.
Diyerek hırkayı Hyo Joo’ya atar.
Hyo Joo: (içinden) Uyuz! – Teşekkür ederim.
Min Ho: Neden gelmek bilmiyor bunlar :/
Hyo Joo: Bir şey olmamıştır dimi.
Min Ho: Belgrad ormanında değiliz Hyo Joo!
Hyo Joo: Ha ha ha çok komiksin gerçekten. Az önce korkuyorken böyle söylemiyordun ama.
Min Ho: Korkmak mı ben sadece sen korkuyorsun diye öyle yaptım. Yani sen kendini kötü hissetme diye. Yoksa ne korkusu.
Hyo Joo: Gerçekten çok iyi bir yalancısın.
Min Ho: Sen bana yalancı mı diyorsun?
Hyo Joo: Min Ho şurada bir şey kıpırtadı.
Min Ho: Ne, nerede?!
Hyo Joo: Bak tam şurada.
Min Ho hemen Hyo Joo’nun arkasına geçer.
Min Ho: Yoo ben bir şey göremiyorum. Yok ya ne hayvanı olacak yani..
Hyo Joo ağzıyla ayı sesi çıkarır. Min Ho birden Hyo Joo’nun arkasından sarılır. Hyo Joo’nun birden nefesi kesilir neye uğrafığını şaşırır. Bu sırada da Ji Sub ve Kyu, diğer yandan da Seung Gi ve Yoona gelir. Herkes bu sahne karşısında çok şaşkındır.
Min Ho ne olduğunu anlayamamış yalnız bu durumdanda gayet memnun olmuştur. Biraz öncesinde korkarken ona sarılınca neden korktuğunu dahi unutmuştu. Huzur bulmuştu anlamsızca. Ancak aniden Hyo Joo’nun ondan ayrılıp sırtına çokta sert olmayan bir tokat yemişti.
Kendine geldiğinde çevresindeki şaşkın yüzleri görünce o da hemen kendini toparlamıştı.
Min Ho: Ayı, ayı!
Ji Sub: Min Ho iyi misin oğlum sen?!
Min Ho: Ayı var orada hyung.
Diyerek onun yanına girip koluna girmişti ve şirin bir o kadarda korkulu yüz ifadesine bürünerek ayının olduğu yeri göstermişti. Aslında tamamen durumunu açıklamak için yaptığı bir şeydi.
Ji Sub: Ayı mı?! Gerçektende burada ayı mı olduğunu düşünüyorsun? Düşündüğümden daha safsın.
Kyu: Ne yani o yüzden mi Hyo Joo’ya sarıldın?
Min Ho: Başka neden olacak?
Kyu: Bilmem bir an farklı düşünmüştüm ben patron.
Seung Gi: Dramalarda erkek başrol kadın başrole arkadan romantik bir şekilde sarılır ya aynen öyle duruyordunuz.
Hyo Joo: Seung Gi! Fazla drama izliyorsun galiba. Ormanda ve gerçek hayatta olduğumuzu hatırlatırım..
Ji Sub: Tamam tamam Min Ho al şunları yakta ısınalım. Hem sen üşümüyor musun hırkan nerede?
Derken dikkatler hırkaya dönmüştü ve doğal olarak Hyo Joo’ya bakmıştı herkes.
Hyo Joo: Şey ben üşüyünce bir de hastalığı yeni atlatınca yanıma hırka almayı unuttuğum içinde böyle oldu. Yani böyle işte
Yoona arkadaşının zor duruma düştüğünü görünce hemen durumu kurtarmaya çalışmıştı bu arada.
Yoona: Ya onu bunu bırakında ben çok acıktım bir şeyler hazırlayıp yesek ya!
Ji Sub: Bencede benim çadırda yiyeceklerin olduğu çanta.
Kyu Jong: Tamam ben alırım.
Hep beraber hazır yiyeceklerden tabaklar hazırlamış ateşin etrafında oturmuşlardı.
Kyu: Ne kadar güzel oldu bu piknik. Hem kafamız dağıldı hem de daha da yakınlaştık.
Hyo Joo (içinden) : Ne güzel ama! Hayatımda hiç bu kadar utanmamıştım.
Yoona: Yıldızlara baksanıza ne kadar yakın görünüyorlar.
Seung Gi: Eskiler geldi aklıma. Hatırlıyor musun lisede sen, ben, Hyo Joo, Donghae buluşurduk dondurmaları kaptığımız gibi bizim evin oradaki tepeye çıkar çimenlere yayılıp yıldızları izlerdik. Sonra hayallerimizi birbirimize anlatır gözlerimizi tutar, el ele tutuşur gözlerimizin önüne getirmeye çalışırdık.
Yoona: Gerçekten ama gerçekten boşboğazsın!
Hyo Joo elindeki çatalı tabağı bırakmış, tabağıda bir kenara koymuştu.
Hyo Joo: Ben biraz dolaşmak istiyorum.
Yoona: Bekle bende geliyorum.
Hyo Joo: Yoona yalnız kalsam istiyorum.
Yoona: Ama bu saatte….
Hyo Joo çoktan ilerlemişti bile. Fazla uzaklaşmadan sakin bir yer bulmuş ve çimenlere uzanmıştı. Sağ elini yıldızlara doğru uzatmıştı.
Hyo Joo: Donghae! Oralarda bir yerlerdesin biliyorum. Seni çok özlüyorum. Artık fotoğraflarına bakmakta özlemimi gidermeme yetmiyor. Sen benim sevgilimdin, kalbimdin. Ama her şeyden önce abim, dostumdun. Keşke hayatta olsaydın birlikte olmasaydık ama yaşıyor olsaydın. Özür dilerim senden. Bugünlerde açma sapan şeyler yapıyorum. Seung Gi bana hatırlatmasaydı belkide başka düşünceler arasında olacaktım. Tüm bu olanlara neden izin veriyorum bilmiyorum. Ama bugün senden uzaklaştığımı fark ettim. Özür dilerim, çok özür dilerim.
Gözlerinden birkaç damla yaş akmıştı. Ve gözlerini kapatıp eskileri aklına getirmeye çalışıyordu. Bu sırada yanında birinin uzandığını ve elinde başka bir el hissetmişti…
[/b]
 
_______________________________________________________

Ziyaretçilerin Bağlantıları Görebilmesi İçin Foruma Üye Olmaları Gerekiyor.
(Bu Mesaj 09-30-2014 08:49 PM değiştirilmiştir. Değiştiren : ~YaseMinHo~.)
09-30-2014 08:39 PM
Web Sayfasını Ziyeret Edin Tüm Mesajlarını Bul Alıntı Yaparak Cevapla
~YaseMinHo~ Çevrimdışı
Minoz Fan

Mesajlar: 79
Üyelik Tarihi: Nov 2013
Rep Puanı: 17
Mesaj: #9
Secrets And Love
 
Ziyaretçilerin Bağlantıları Görebilmesi İçin Foruma Üye Olmaları Gerekiyor.

Bölüm Müziği: Ailee Tears Stole The Heart

8.BÖLÜM: EYVAH! DÜĞÜN!..


Hyo Joo gözlerini açtığında yanına uzanan kişinin Seung Gi olduğunu görmüştü. Hemen oturur pozisyona geçmişti. Seung Gi elini bir süre sonra çekip konuşmaya başlamıştı.
Seung Gi: Hyo Joo, seninle hep kardeş gibiyiz, senelerdir beraberiz. Donghae’nin bana emanetisin ama ben sana hiç iyi bakamıyorum. Özür dilerim. Donghae bu halimi görse beni asla affetmezdi. Sana sürekli onu hatırlatıyorum, sürekli üzüyorum. Herşeyin içine ediyorum. Ben iyi bir kardeş değilim özür dilerim.
Hyo Joo: Sakin ol sen çok iyi bir kardeşsin. Hep öyle oldun. Benim için yaptıklarını saymaya kalksam bitmez. Biliyorum sende onu çok özlüyorsun sen kardeşini ben sevgilimi kaybettim. Bunları bilerek yapmıyorsun sadece özlediğin için düşüncelerini sesli söylüyorsun.
Seung Gi: Yine de boşboğazım. Her defasında kendimi kontrol etmeye çalışıyorum ama olmuyor.
Hyo Joo: Doğru söze ne denir : )
Bir süre sessizlik olmuştu ve bu sessizliği bozan Seung Gi’ydi.
Seung Gi: Hyo Joo bir şey soracağım ama önce kızmayacağına söz ver.
Hyo Joo: Neymiş o?
Seung Gi: Önce söz ver!
Hyo Joo: Tamam kızmayacağım, söz..
Seung Gi: Hayatına birini sokmayı düşünmüyor musun? Daha çok gençsin. Hayatını yalnız başına geçirmek çok zor olacaktır.
Hyo Joo: Seung Gi! Bunun için erken. Hem Donghae’ye ihanet edemem ben. Yapamam.
Seung Gi: İhanet mi? Artık dünyada olmayan birine nasıl ihanet edebilirsin ki? Çok saçma.
Hyo Joo: Onunla yaşadığımız şeyler az buz değildi. 1 veya 2 sene değil 9 senemiz birlikte geçti.
Seung Gi: Donghae şu halini görseydi çok üzülürdü! O senin hayata küsüp robot gibi yaşamanı değil hayatın tadını çıkarmanı isterdi. İster kabul et ister etme.
Hyo Joo: Bilmiyorum onu aldatacakmış hissine kapılacağımı düşünüyorum.
Seung Gi: Peki gerçektende bu zamana kadar hiç etkilendiğin biri olmadı mı? Aşık olmak ve sevmekten bahsetmiyorum. Etkilenmek?
Hyo Joo bir süre düşünmüştü. Min Ho’ya karşı olan hisleri bu muydu acaba? Ondan etkilenmiş miydi? Hep tartışma içinde olsalarda içinide dökebilmişti ona. Hiçkimseye anlatamadığı içinde esen yelleri anlatmıştı. Bunun yanında hastalandığında dahi yanında olmuştu. Ve kaçınılmaz bir gerçek vardı ki yakışıklıda bir adamdı.
Hyo Joo: Aslında….
Tam bu sırada Yoona yanlarına gelmişti.
Yoona: Hadi nerde kaldınız. Ji Sub oppa gitar getirmiş bir şeyler çalmaya başladı hadi hadi gelin…
Hyo Joo konuşmak üzereyken Yoona’nın gelmesi bir kurtuluş olmuştu aslında.
Hyo Joo hemen yerinden kalkmıi ilerlemeye bile başlamıştı. Yoona ve Seung Gi geride kalmıştı.
Yoona: Nasıldı?
Seung Gi: Yoona zamanlaman gerçekten harikaydı! Hayır sadece birkaç dakika daha geç gelseydin Min Ho’ya karşı neler hissettiğini anlayacaktım.
Yoona: Gerçekten mi nasıl olacaktı ki?
Seung Gi her şeyi anlatmıştı.
Seung Gi: Hyo Joo bu zamana kadar evden dahi çıkmamışken sadece patronla bu kadar yakın oldu ve seninde gözlemlediğin kadarıyla onunla yakınlaşma oldu. Yani söyleyeceği sözler Min Ho’ya karşı hissettikleri olacaktı!
Yoona: Of ya! Gerçekten de zamanlamam kötü olmuş.
Seung Gi: Ama galiba seninde dediğin doğru çıkacak. Hyo Joo’nun soruma düşünmesi bile bir adımdı.
Yoona: Katılıyorum. Büyük gelişme.
Kamp alanına hepsi varmıştı. Min Ho meraklı gözlerle Hyo Joo’ya bakmıştı.
Min Ho’nun düşünceleri:
Çok mu incindi? O kadar çok mu sevmişti? Şuan tek isteğim onun üzüntüsünü yok edebilmek. Nedenine anlam veremesemde onun üzülmesi beni rahatsız ediyor…
Ji Sub hareketli bir şarkı çalmıştı ve hep beraber şarkıyı söylemişlerdi. Ardından gitarı Seung Gi almıştı. Hareketli şarkıların ardından Seung Gi lafa atılmıştı.
Seung Gi: Patron sen gitar çalabiliyor musun?
Min Ho: Ben mi? Eh işte biliyorum bişeyler..
Seung Gi: O zaman sıra sende!
Min Ho: Yok ya siz güzel gidiyorsunuz..
Seung Gi:Patron lütfen ya sırayı bozma.
Ji Sub: Hadi çal ısrar ettirtme işte bizi.
Min Ho: Peki…
Min Ho eline gitarı alınca That Man şarkısını çalıp söylemeye başlamıştı.
Hyo Joo şarkıyı dikkatlice dinliyordu. Şarkının sözlerine kendisini kaptırmıştı ve düşüncelere dalmıştı. Çokta hayra alamet değildi bunlar! Neden şarkıyı söylerken kendisinde bir şeyler arıyordu ki? Saçmaydı, ama yinede düşünmekten kendini alıkoyamıyordu. Defalarca Min Ho ile göz göze geliyordu. Bazen dalıp gidiyor sonra birden kendisini toparlıyordu..
Şarkı bittiğinde herkes alıkışlamıştı.
Kyu: Sesin gerçekten çok iyi.
Seung Gi: Güzeldi gerçekten de çok güzeldi..
Min Ho: Teşekkürler.
Seung Gi: Patron sevdiğin bir kız mı var yoksa? Çok içten söyledin şarkıyı. Hissederek..
Min Ho birden telaşlanmıştı. Ters köşe olmuştu. Kendisinin dahi tam olarak emin olamadığı bir şeye nasıl cevap verebilirdi ki?
Bu sorunun üzerine tüm meraklı gözler Min Ho’nun üzerindeydi.
Min Ho: Bilmem, benimde adlandıramadığım şeyler var..
Ji Sub: Bu yaşta aşık olup olmadığını anlamıyor musun?
Min Ho: Üzgünüm hyung bu konularda senin kadar uzman değilim.
Seung Gi: Mesela onun yani adlandıramadığın şeyleri hissettiğin kişinin burada olmasını ister miydin? Yokluğunda onu arıyor musun?
Yoona Seung Gi’nin kulağına doğru eğilir.
Yoona: Çok iyiydin hayatım!
Min Ho: Ya ya yaa! Bu kadarı fazla. Sorguya mı çekiyorsunuz beni?
Kyu: Patron merak ediyoruz ama. Hem böylelikle sende duygularını adlandırırsın..
Min Ho: Siz işten kovulmak mı istiyorsunuz ?
Yoona: Patron cevaplasan ne olacak sanki?
Ji Sub: Yoksa çekindiğin bir şey veya biri mi var?
Min Ho: Neden, kimden çekinecekmişim. Sadece özel hayatımın bana kalmasını istiyorum o kadar.
Ji Sub: Tamam anlaşıldı konuşmayacaksın!
Yoona: Peki Hyo Joo sen?
Hyo Joo: Ne ben?
Yoona: Senin bu zamana kadar etkilendiğin biri olmadı mı?
Min Ho hür dikkat Hyo Joo’ya bakıyordu.
Hyo Joo: Başka konuşacak konu mu kalmadı?!
Yoona: Ya muhabbet olsun işte!
Hyo Joo: Gerçekten! Muhabbetinize doyum olmuyor.
Bu sırada Hyo Joo’nun telefonunun hatırlatma alarmı çalmıştı.
Hyo Joo: Ahhh olamaz! Nasıl unuttum..
Yoona: Ne oldu, neyi unuttun?
Hyo Joo: Hyuk Shi’nin düğünü. Yarındı. Ji Sub oppa bana davetiyeyi getirmişti. Nasıl unuturum!
Ji Sub: Aa hastanedeki arkadaşın.
Hyo Joo: Aishh! Ne yapacağım?
Ji Sub: Benim aklıma bir fikir geliyor aslında. Hepimizin Seul’e dönmesi saçma olur. O yüzden sen ve Min Ho yarın sabah erkenden gidin. Hem Min Ho’da sana düğünde eşlik eder. Bizde akşama döneriz.
Hyo Joo: Min Ho’nun gelmesine gerek yok ben tekde giderim.. Hem 2-3 km ileride otobüs durağı var. Oradan binerim.
Ji Sub: Seni yalnız bırakamam.. Hem Min Ho’da niye geldim diye mızmızlanıyordu. En azından yarın kafamız rahat bir şekilde kamp yaparız.
Min Ho: Mızmızlanıyor muydum?
Ji Sub: Tamam konu kapandı ikiniz birlikte yarın düğüne gidiyorsunuz. Geç oldu ben yatıyorum.
Kyu: Bende yatayım, iyi geceler…
Yoona-Seung Gi: İyi geceler..
O gece herkes yatmış sabahında bir şeyler yedikten sonra Min Ho ve Hyo Joo yola koyulmuştu. Yol boyunca çok fazla konuşmamışlar ve eve vardıklarında hazırlanmaları için kendilerine saat vermişlerdi. Hazırlanıp düğün saatinde buluşup gideceklerdi. Önce kilisede resmi bir yemin töreni olacak ardından da özel olarak tuttukları bir mekanda eğleneceklerdi.
Hyo Joo ten renginde bir abiye giymiş makyajını ve saçını yapmış kapıyı Min Ho’nun çalmasını bekliyordu. Bir yandan da uzun zamandır böyle bir büyük düğün etkinliğine katılmadığını düşünüyordu. Bırakın düğünü partilerden, doğum günlerinden bile kendisini empoze etmişti. Çok uzun zamandır abiyede giymemişti. Kendisini tanımakta o bile güçlük çekmişti. Min Ho’nun karşısında bu şekilde çıkmaktanda ayrıca utanıyordu. Bunları düşünürken kapı sesiyle kendisine geldi çantasını alıp aynada kendisine son kez bakınca kapıyı açmıştı. Karşısında zaten yakışıklı olan ancak takım elbisenin içinde ayrı bir yakışıklı görünen Min Ho’yu gördüğünde şaşkınlığını atamamamıştı üstünden. O hemen kendini toparlasada Min Ho’nun şaşkınlığı çok daha fazlaydı. Hyo Joo’yu baştan aşağı süzmüştü ve hala şaşkındı. Onu ilk defa bu kadar şık bir elbise içinde ve saçı, makyajı tam olarak yapılı görmüştü. Kafasından geçenleri anlamak çokta zor değildi. Aslından ne kadar güzel olduğunun farkına varmıştı ki Hyo Joo’nun seslenmesiyle kendine gelmişti.
Hyo Joo: Min Ho?
Min Ho: Aa şey.. Çok farklı olmuşsun
Hyo Joo: Farklı? Kötü mü görünüyorum.
Diyerek hemen aynadan tekrar kendisine bakmıştı.
Min Ho: Hayır, hayır! Öyle demek istemedim. Çok güzel görünüyorsun. Yani ilk defa seni böyle gördüğüm için şaşırdım.
Hyo Joo: Teşekkürler, sende çok şık görünüyorsun.
Min Ho: Teşekkürler.. Hadi gidelim artık. Malum otobüsle gideceğiz, gecikmeyelim.
Hyo Joo: Tamam gidelim..
Evden çıkmış otobüs durağına gelmişlerdi. Çevrelerindeki garip bakışlara maruz kalıyorlardı tabi. Bu kadar şık giyinmiş bir çiftin özel araba veya taksiyle gitmek yerine otobüsle gitmelerini garip karşılamıştı çoğu kişi.
Kiliseye gelip oturduklarında bir süre beklemişler gelin babasıyla gelmiş eşi de onu karşıda bekliyordu. Kilisede yemin töreni bittikten sonra ise tutulan araba ve otobüslerle kutlamanın yapıldığı yere gitmişlerdi. Hyo Joo sonunda arkadaşıyla görüşebilmişti.
Hyuk Shi: Gelemezsin diye düşünmüştüm, seni gördüğüme çok sevindim özelliklede sağlıklı bir halde.
Hyo Joo: Bende seni gördüğüme çok sevindim. Doktor Ji Sub sayesinde haberim oldu.
Hyuk Shi: Ona teşekkür etmeliyim, ayrıca o neden gelmedi.
Hyo Joo: Hiç sorma! Biliyorsun doktoru bir kamp hevesi sardı kendisinin yerinede beni ve Min Ho’yu getirdi.
Hyuk Shi: Aa tanışmadık sahi ben Hyuk Shi.
Min Ho: Bende Min Ho.
Hyun Shi: Memnun oldum. Hyo Joo çok yakışıklı bir sevgilin var..
Hyo Joo: Ne, ne sevgilisi o sadece benim şeyim, ee patronum.
Hyuk Shi: Patron mu? Patronunla baya ilişkileriniz ilerlemiş.
Hyo Joo: Arkadaş gibi patron yani öyle bir şey. Sevgili değil.
Min Ho: Evet işte patron dışarıda arkadaş..
Hyuk Shi: Tamam canım heyecanlanmayın hemen bir şey demedim.
Hyo Joo: Her zaman böyle açık sözlü olmak zorunda mısın?
Hyuk Shi: Tabiki de : )
Hyo Joo: Ama bu fazla..
Hyuk Shi: Tamam tamam kızma. Ben diğer misafirlerle de ilgileneyim, eğlenmenize bakın.
Hyo Joo kafasını evet anlamında sallayarak gittikten sonra içeceğinden bir yudum almıştı.
Hyo Joo: Kusura bakma arkadaşım biraz fazla geveze ve açık sözlü.
Min Ho: Sorun değil. Artık alıştım galiba.
Hyo Joo: Yinede sinir bozucudur senin için.
Min Ho: Yoo ben halimden memnunum.
Min Ho o sırada aklından geçenleri direk söylemiş miydi yani?! Kendi kendisine kızıyordu böyle bir şeyi pat diye söylediği için. Ama belkide iyi olmuştu söylemesi. Bu gece duygularından emin olma vaktiydi! Ne olursa olsun duygularından emin olacak ve gerekirse her şeyi itiraf edecekti. Peşinden koşması gerekiyorsa koşacak, üzülmesi gerekiyorsa üzülecek, mücadele etmesi gerekiyorsa mücadele edecekti. Hayatta bazı hatalar -ufakta olsa- bazen önemli kararların başlangıçı olabilirdi.
Hyo Joo ise sadece şaşkındı. Kafasını başka yöne çevirip içkisinden içmeye devam ediyordu. Ancak bünyesinin içkiye olan hassaslığını atlıyordu.

Bir süre sonra konuşmadan sadece çevreyi izlemişlerdi. Ardından çalan slow bir parçayla çiftler dans etmeye başlamışlardı.





Min Ho tüm cesaretini toplamış Hyo Joo’ya yaklaşmıştı. Elini uzatmıştı ve dilinden o kelimeler çıkmıştı.
Min Ho: Bu gecenin en güzel kızı benimle dans eder mi acaba?
Hyo Joo bu gece Min Ho’ya ne olduğunu şaşırken bu cesaretini neyden aldığını neden aldığını da sorguluyordu. Tam 1 senedir hatta hastalığınıda eklersek 1,5 senedir Donghae dışında kimseyle dans etmemişti. Hatta Donghae dışında hiç kimseyle hayatı boyunca dans etmemişti. Bunlar beyninden geçerken kalbinde istemsiz atışlar başlamıştı. Ama bu sefer Donghae’nin acısından değil bu güzel cümleden dolayıydı. Kendisine engel olmaya çalışıyordu, suçluyordu. Bu yüzden de olumsuz cevabını Min Ho’ya vermeyle yetinmişti.
Hyo Joo: Şey, ben dans etmek istemiyorum.
Min Ho hala istekliydi. Bu gece ne olursa olsun Hyo Joo’nun gözlerine bakacak fırsatı bulup hislerinden emin olacak ve açılacaktı. Bu kararsızlığından sıkılmıştı.
Hyo Joo’nun elinden tuttuğu gibi dans pistine gelmişti ikiside.
Hyo Joo: Sen ne yapıyorsun?
Min Ho: Sadece bir dans!
Hyo Joo: İstemediğimi söyledim.
Min Ho: Sadece bir dans!
Hyo Joo: Elimi bırak, istemiyorum!
Min Ho: Neden? Yoksa korktuğun bir şey mi var?
Hyo Joo: Neden korkacakmışım?
Min Ho: Gözlerime bakmaktan, elimi tutmaktan….
Hyo Joo alaycı gülümsemeyle: Çok komiksin gerçekten!
Min Ho: O zaman görelim.
Diyerek eliyle Hyo Joo’nun belini kavramıştı. Hyo Joo Min Ho’nun bu anlamsız davranışları karşısında hala şaşkındı.. Ancak öyle bir ortamda daha fazla dikkat çekmek istemedi. O da elini yavaşça Min Ho’nun omzuna koydu. Diğer elleride yavaşça birleşti.
Min Ho aralıksız Hyo Joo’nun gözüne bakıyordu. Hyo Joo ise sadece utangaçlığından gözlerini kaçırmakla yetiniyordu.
Hyo Joo: Öylece bakıp durmasana! Ayrıca ne içtin de bu duruma geldin bilmiyorum. Ama unutma ki bunun sonrası da var! Ortama dua et…
Min Ho: İstediğini yapabilirsin. Biraz içtim ama aklım ve kalbim hala yerinde.
Hyo Joo: Yok yok kesin bir şey oldu sana. Normal değilsin. Gerçi hiç normal olmadın ama bugün ayrı bi anormalsin. Fazla cesaretlisin mesela.
Min Ho: Bir şeyi anlamaya çalışıyorum sadece.
Hyo Joo: Neyi?
Min Ho: Emin olduğumda sende bileceksin. Biraz bekle.
Hyo Joo: Çıldırmışsın sen, başına kesin bir şey düştü ya da içki yaramadı.
Min Ho: Seninle anlaşamamayı, tartışmalarımızı çok seviyorum. Böyle kızınca daha gerçekçi oluyorsun.
Hyo Joo elini Min Ho’nun elinden çekip onun alnına götürmüştü. Min Ho tekrar Hyo Joo’nun elini eliyle birleştirdi.
Hyo Joo: Ateşinde yok.. Doktor Ji Sub’u mu aramalıyım acaba?
Min Ho: Hyo Joo
Hyo Joo: Efendim
Min Ho: Diyelim ki biri sana aşkını ilan etti..
Hyo Joo: Min Ho!
Min Ho: Mesela yani…
Hyo Joo: Bu nerden çıktı şimdi.
Min Ho: Merak diyelim.. Cevap ver soruma. Biri çıktı ve sana aşık olduğunu söyledi. Onu tanımaya izin verir misin?
Hyo Joo: Saçmalıyorsun o yüzden cevap vermicem sana.
Min Ho: Hyo Joo
Hyo Joo: Saçmalamayı kes lütfen!
Min Ho elbette ilk engelde vazgeçmeyecekti. Şuan duygularından daha emindi. Kaçtığı belki de kendisine bile söyleyemediği şeylerden artık adı kadar emindi. Onun gözlerine bakmak iyi geliyordu kalbine. Ellerini tutmak, bu kadar yakın olmak kalbini son zamanlarda en iyi hissettiren şeylerdi. Bunu kaçırmak istemiyordu, kaçıramazdı! Hyo Joo’nun yarasını kapatmalıydı ilk başta. Deşmeden, iz bırakmadan… Sonra yeni sayfa açmasını sağlayacaktı. Buda birden bire değil zamanla olacaktı. Ama ilk başta Hyo Joo’nun bu duyguları bilmesi gerekiyordu. Uzaklaşma ihtimali pahasına da olsa..
Hyo Joo ise anlamsız şekilde rahattı. Onunda kalbi Min Ho’nunkinden farksız değildi. Ama kendisini Donghae’den sonra ilk defa bu kadar güvenilir ve rahat hissediyordu. Min Ho’ya söyleyememiş olsada tartıştıkları zamanları o da seviyordu. O da gerçekçi buluyordu çünkü tartıştıkları anda aralarında sevgiden önce sadece ikili ilişkileri vardı. Bu yüzden de pişmanlıklardan çok uzaklardı. Ölen sevgiliyi aldatmış gibi hissetmiyorlardı nasılsa sadece bir ‘’tartışmaydı’’ ama onlar samimi tartışmalardı, onları birbirine bağlayan enteresan durumlardı. Çok saçma ve ufak şeylerden bile tartışma çıkarabilirlerdi. Hiç sorun olmazdı. Bu yüzden de Hyo Joo kalbinin hissettiklerini tartışma yoluyla belli ediyordu. Anca Min Ho bu durumu artık ilerletmek isteyince afallamıştı. İstemsiz şekilde o da kendi duygularını sorgulamaya başlamıştı. Ölen kişi aldatılmazdı elbet ama yine içten içe bunları hissediyordu. Bastırdıkça bastırdığı duyguların birden fırlamasına engel olsada buna ne kadar dayanabilirdi ki?
Dans biter bitmez Hyo Joo eline yeni bir içki almıştı ve hızla içmeye devam ediyordu.
Min Ho: Yavaş iç.. Çok hızlı gidiyorsun.
Hyo Joo: Sen karışmasana bana. Bu gece anormal olan sensin o yüzden öğütlerini kendine sakla.
Min Ho: Bırak artık! Bak sonra sarhoş olduğunda kusmanı görmek istemiyorum.
Hyo Joo: Vay be şimdi böyle olduk! Halbuki ben sana yardım etmiştim. Evine taşıdım seni yetmedi kahve yaptım ayılman için.
Min Ho: Bunları bile söylediğine göre çoktan sarhoş olmaya başlamışsın..
Hyo Joo: Lütfen bana karışma bu gece. İç hesaplaşma yapıyorum şuan. Sessiz ol kendimi duyamıyorum.
Min Ho gülmeye başlar: Kendinle mi konuşuyorsun şuan?
Hyo Joo başını evet anlamında sallar.
Min Ho: Benimle konuşmayı dene bence. Yoksa ruh sağlığından endişelenmeye başlayacağım.
Hyo Joo: Nasıl olursa içimdeki seninle ilgili soruları seninle konuşurum?
Min Ho: Hıh işte 2 kadehle sarhoş oldun bile, tebrikler! Aklın yerinde olsa bunu bana söylemezdin. Ayrıca benimle ilgili kendinle ne konuşuyormuşsun?
Hyo Joo: Ne kadar saçma biri olduğunu. Tanışmamış olmamız gerektiğini falan
Min Ho: Kendinle konuşurken bile beni dışlıyor musun yani? Gerçekten durumum vahim.
Hyo Joo: Şişşşttt sessiz ol bakayım.
Min Ho: O içindeki kendine söyle arkamdan atıp tutmasın.
Hyo Joo: Tamam söylerim
Min Ho tekrar gülmeye başlar: Çok tatlısın gerçekten ama bırak artık şu kadehi!
Hyo Joo: Yaaa! Bırak içkimi.
Min Ho: Seni sırtımda taşımak istemiyorum!
Hyo Joo: Böyle bir şeye izin verir miyim sence?!
Min Ho: Tamam pes ediyorum, iç!
Düğünde 1 saat daha eğlendikten sonra ayrılma zamanı gelmişti. Hyo Joo daha da sarhoş olmuş saçmalamalarına devam ediyordu. Min Ho ise Hyo Joo’yu elini beline sararak taşımaya çalışıyordu.
Hyo Joo: Ağlamak istiyorum.
Min Ho: Lütfen şimdi ağlama! Gerçekten taşımakta bile zorlanıyorken ağlamanı susturmakla nasıl uğraşırım.
Hyo Joo: Tamam o zaman biraz daha bekleyebilirim ağlamak için.
Min Ho gülmeye başlamıştı : Sarhoşken daha tatlısın…
Hyo Joo: Ben hep tatlıyım bi kere!
Min Ho: Tamam tamam öylesin. Biraz daha yürü durağa az kaldı.
Hyo Joo: Nasıl olurda kalbim benden izin almaz aklım almıyor! Bu organlar gerçekten hiç laf dinlemiyorlar. Beyine sorsalar ya biraz!
Min Ho: Saçmalama seçmelerinden volume 345.. Kalbin ne konuda izin almamış.
Hyo Joo: Sanane organlarımın her söylediğini neden söyleyecekmişim sana.
Min Ho: Hıı yani bunu sana organın söyledi. Anlıyorum, başkasına söyleme de dedi mi bari.
Hyo Joo: Yok çok ikilimde. Sürekli karar değiştiriyor. Kalp 1 tane halbuki neden 2 ayrı karar veriyor ki. Bir yandan sal gitsin diyor diğer yandan sus kızım ne yapıyorsun sen diyor. Çok ikilimde çok. Akciğer ya da böbrek olsa valla anlarım bak! 2 taneler kararsız olabilirler. Ama bir kalp nasıl ikilimde olabilir aklın alıyor mu?
Min Ho kahkahalarına engel olamıyordu artık: Fazla saçmalıyorsun farkında mısın? Yarın kendine geldiğinde çok utanacaksın bana bakarken.
Sonunda durağa gelmişlerdi. Hemen durakta oturmuşlar otobüsü bekliyorlardı.
Hyo Joo: Off sen çok konuşuyorsun. Zaten kafam kazan gibi.
Min Ho: Ben mi çok konuşuyorum ben? 2 saattir organlarınla konuştuğundan bahseden bendim sanki.
Hyo Joo: Şişşştt!
Diyerek başını Min Ho’nun omzuna yaslamış gözlerini kapatmıştı. Sarhoşluğun son devresi uykuya geçmişti. Min Ho halinden memnundu. Omzunda artık duygularından emin olduğu yani aşık olduğu kadının başı vardı ve uyuyordu. Kendi kendisine gülüyor ne kadar tatlı göründüğünü izliyordu. Tüm bu saçmalamalarını bile tatlı buluyordu. Bir yandan onu izliyor bir yandan da zorlukların üstesinden nasıl gelebileceğini düşünüyordu.
Nihayet otobüs gelmiş ve binerek eve yakın durakta inmişlerdi. Min Ho; Hyo Joo’yu uyandırmaya çalışsada başarısız olmuştu. En sonunda mecburen sırtında taşımak zorunda kaldığını anlamış ve Hyo Joo’yu sırtına almıştı.
Eve kadar getirmiş Hyo Joo’nun çantasından evin anahtarıyla eve girmiş ve yatak odasına Hyo Joo’yu yatırmak için gitmişti. Tam yatağa bırakıp ondan uzaklaşacakken Hyo Joo yavaşça gözlerini araladı ve birbirlerinin nefesini hissedecek kadar yakınlaşmışlardı. Min Ho uzaklaşmak istemiyordu. Bir delilik yapıp onu öpmek fikri zihninde dolanığ duruyordu. Birbirlerine yakın olan yüzleri yavaşça daha çok yakınlaşmıştı. Gözleri konuşuyordu sadece saçmalamalar, tartışmalar bir kenarda kalmıştı. Min Ho yakınlaştıklarında gözlerini kapatmış ve ani bir atakla onu öpmüştü!..
 
_______________________________________________________

Ziyaretçilerin Bağlantıları Görebilmesi İçin Foruma Üye Olmaları Gerekiyor.
11-04-2014 03:26 PM
Web Sayfasını Ziyeret Edin Tüm Mesajlarını Bul Alıntı Yaparak Cevapla
~YaseMinHo~ Çevrimdışı
Minoz Fan

Mesajlar: 79
Üyelik Tarihi: Nov 2013
Rep Puanı: 17
Mesaj: #10
Secrets And Love
 
Ziyaretçilerin Bağlantıları Görebilmesi İçin Foruma Üye Olmaları Gerekiyor.

Bölüm Müziği: Lasse Lindh - Run To You

9.BÖLÜM: ‘SENİ SEVİYORUM’
Pazartesi Günü – Saat:08:00
Hyo Joo sabah yatağında uyandığında şiddetli bir baş ağrısı hissetmişti. Hemen kalkmış kendisine bir kahve yapmış ardından atıştırmalık bir kruvasanla birlikte içmişti. Ancak hala dünü düşünüyordu. Danstan sonra çok içmeye başladığını hatırlıyordu çok net ama sonrası yoktu. Min Ho’ya karşı rezil olmuş muydu, eve, yatağına nasıl gelmişti? Hepsi bomboştu kafasında. Şiddetli baş ağrısıda üstüne eklenmişti. Bugün Min Ho’nun suratına nasıl bakacağını düşünüyrdu kara kara ya yanlış bir şey söylediyse? Alkol yasak olmasına rağmen dün içmişti zaten bünyesi alışık olmadığı için kolayca sarhoş oluyordu. Dertlerini unutturmadığı gibi ona yeni sıkıntılar yaratmış Min Ho’ya karşı hissettiklerinide anlayamamıştı. Yani tüm yaptığı ona eksi puan olarak geri dönmüştü.
Min Ho’nun durumuda pek farksız sayılmazdı. Gece yatağına yattığında suratında aptal gülümsemesiyle tüm günü ve muhteşem finali düşünmekten kendini alamamıştı. Hatta artık hayaller bile kurmaya başlamıştı. Kendisini dizginleyemiyor tam tersine çok hızlı bir şekilde ilerliyordu. Yaptığından hiç pişman değildi sadece o da Hyo Joo gibi onun yüzüne nasıl bakacağını, ne söyleyeceğini düşünerek tedirgin oluyordu. Dün gece bir tepki göstermemişti. Yani tepki göstermeye vakti kalmamıştı dersek daha doğru olur. Öpücükten sonra Hyo Joo bir süre duraksamış ardından Min Ho’nun üzerine kusmuştu.. Evet bu açıdan baktığımızda pekte iç açıcı görünmüyordu olay ama sonuç olarak onu öpmüştü! Kustuktan sonra Min Ho’nun yardımıyla elini yüzünü yıkamış ve hemen uykuya dalmıştı. Daha doğrusu sızmıştı!
Saatin 8 olduğunu görünce ikiside hemen evden çıktı. Tavafuklar ikisininde peşini bırakmıyordu. Kaçmak isteselerde kaderleri birdi! Kaderden kaçılmazdı ki. Her halukarda seni bulurdu, bulacaktı. Tüm olumsuzluklara rağmen..
İkiside tedirgin şekilde birbirlerine günaydın dediler. Ve apartmandan beraber çıktılar. Derin bir sessizlikten sonra ikiside birden konuştu.
Hyo Joo: Acaba….
Min Ho: Şeyy…
Hyo Joo gülümseyerek: Önce sen söyle..
Min Ho: Yok önemli bir şey değildi sen öyle.
Hyo Joo: Ya ben dün danstan sonra hiçbir şey hatırlamıyorum çok saçmaladım mı? Bünyem pek alışık değil içmemem gerekiyordu aslında.
Min Ho: Nasıl yani sen şimdi dün danstan sonrasıyla ilgili hiçbir şey hatırlamıyor musun? Hiçbir şey??
Hyo Joo: Hatırlamıyorum maalesef.. Surat ifadene bakılırsa çok saçmalamışım :/
Min Ho ne düşüneceğini şaşırır. Hyo Joo’nun büyük gazabından kurtulmuştu ama öpücüğü hatırlamıyordu, Hyo Joo’ya aşık olduğunu anlamış olsada hiçbir şey hatırlamıyordu. Her şey tekrar başa dönmüştü!
Min Ho’nun düşünceli halini gören Hyo Joo tekrar lafa atılmıştı.
Hyo Joo: Gerçekten çok saçmaladım sanırım. Şeyy ben otobüsü kaçırmayayım hızlı gitsem iyi olacak.
Min Ho: Arabam burada değil. Bende otobüsle geleceğim. Beraber gideriz. Hem daha 5 dakika var 2 dakikaya durakta oluruz.
Hyo Joo: Hadi ya…
Min Ho: Utandın mı sen?
Hyo Joo: Yoo..
Min Ho: Yanakların neden kızardı peki?
Hyo Joo: Hava biraz esiyor soğuk gibi ondandır!
Min Ho: Bu havada!.. Dün neler saçmaladın onu merak ediyorsun ve ondan utanıyorsun.
Hyo Joo: Neler söyledim? Nasıl geldim eve?
Min Ho: Organlarınla konuştuğunu söyledin.
Hyo Joo: Ne?! Uydurma o kadarda değil.
Diyerek gülmeye başlar.
Min Ho ciddi bir surat ifadesi takınarak Hyo Joo’ya bakar.
Hyo Joo: O kadar mı yani?! Olamaz. Fazla saçmalamışım gerçektende.
Hemen Min Ho’dan yüzünü çevirir.
Min Ho: Nasıl geldiğini sormayacak mısın?
Hyo Joo: Hayır sormayacağım! Gerçekten bundan başka bir şey sormayacağım. Tek kelime etme!
Min Ho: Halbuki sırtım hala ağrıyor. Bir teşekkür etmelisin.
Hyo Joo: Nee! Tahmin ettiğim şeyi yapmadın dimi! O kadar sarhoş olmamışımdır ki ben. Olamaz yani. Yaaa bi cevap versene.
Min Ho: Sakin ve yavaş olursan cevap veririm. Evet bu duraktan eve kadar sırtımda taşıdım seni Neyle besleniyorsun sen? Çok ağırdın.
Hyo Joo adımlarını hızlandırır ve Min Ho’nun yüzüne bakmadan ilerlemeye başlar.
Min Ho gülerek ona yetişir ve önüne geçer.
Min Ho: Teşekkürü duyamadım.
Hyo Joo Min Ho’nun yüzüne bakmadan: Teşekkür ederim!
Hyo Joo yolun yan tarafından ilerlemeye devam eder. Min Ho tekrar yolunu keser.
Min Ho: İçten ve yüzüme bakarak bir teşekkür istiyorum ben..
Hyo Joo: Ciddennn! Fazla zorluyorsun!
Min Ho: Sırtımın ağrısından bahsediyorum! Dün sende baya zorladın beni.
Hyo Joo Min Ho’nun suratına bakar sonunda: 1.si ben ağır değilim 51 kiloyum sadece! 2.si taşımasaydın. Yani zorla mı taşı dedim ben sana.
Min Ho ve Hyo Joo ışıklara 1 metre kala yolda durmuş konuşuyorlardı.
Min Ho: İlla bir tartışma çıkaracaksın yani öyle mi?
Hyo Joo: Hayır ben teşekkür ettim, direten sensin.
Min Ho: İçten bir teşekkür bekliyorum ben. Öyle başından savar gibi bir teşekkür değil.
Hyo Joo ayaklarını kaldırarak Min Ho’ya daha da yakınlaşır, gözlerinin içine bakar. Aralarında birkaç cm vardır. Min Ho kalbinin hızlı atışına engel olamaz. Hyo Joo’da enterasan şekilde kalbinin neden bu kadar hızlı attığına bir anlam aramaya çalışır.
Hyo Joo: Dün gece beni sırtında taşıyıp eve getirdiğin için, saçmalamalarıma katlanmak zorunda kaldığın için teşekkür ederim.
Diyerek birkaç saniye o şekilde kalırlar. Otobüsün sesiyle kendine gelen Hyo Joo olur. Gözlerini fal taşı gibi açıp koşmaya başlar. Min Ho’nun gelmediğini fark eder ve geriye koşarak Min Ho’ya seslenir. Min Ho olduğu yerde şaşkın şaşkın duruyordur.
Hyo Joo: Heyy Min Ho! Otobüs geldi, koşsana!! Hala bakıyor boş boş.. Otobüse ömrü hayatında kaç kere bindin acaba?! Bir sonraki otobüs 20 dakika sonra! Hadiiii…
Diyerek elini tutar otobüse seslenerek durdurur ve koşarak otobüse yetişirler.
Otobüse yetiştiklerinde elini bırakır. Otobüs çok dolunur, oturacak yer yoktur. Ayaktada bir sürü insan vardır. Min Ho önden arkaya doğru ilerler. Arka camın oraya geçer. Hyo Joo kapının oradaki tutacağa sımsıkı tutunmuştu. Min Ho boncuk boncuk terlediğini fark etmişti. En sonunda Hyo Joo’ya yaklaşıp kolundan tutup kendine çeker. Hyo Joo’nun kulağına doğru fısıldar.
Min Ho: Korktuğunu biliyorum, ben yanındayım sadece bana bak! Korkma!
Hyo Joo Min Ho’ya bakmış teşekkür eder surat ifadesiyle Min Ho’ya bakıyordu. Yüzü Min Ho’dan taraftaydı. Dışarıyı görmüyordu en azından. Neredeyse Min Ho’nun göğsüne yaslanmıştı. Her durakta binen insanlardan dolayı daha fazla yakınlaşıyorlardı. Hyo Joo artık Min Ho’nun kalp atışını bile hissedebiliyordu. O kadar hızlı atıyordu ki Hyo Joo bunu sıkılmasına bağlamıştı. Kafasını biraz daha geriye almıştı. Bu kadar yakınlaşma rahatsız etmekten çok tedirgin etmişti onu. Korku yüzünden mi yoksa başka bir sebeptenmiydi bilmiyordu ama hiç olmadığı kadar güvende hissediyordu kendisini. Min Ho’da halinden gayet memnundu. Heyecanını saymazsak tabi. Lise öğrencisi gibi hissediyordu kendisini. Sanki ilk defa aşık oluyordu. Gerçi öyleydi. Park Min Young’a hissettiği şey samimi bir arkadaşlıktan öte değildi. Onu koruyordu o kadar. Min Young’un yaşadıklarından ve arkadaşlarından dolayı ona hiç hayır diyemiyordu.
Ama bu durum farklıydı, çok farklı bir duyguydu…
Sonunda inecekleri durağa gelmişlerdi. Hyo Joo kendisini daha da geriye çekmiş ve otobüsten inmişti. Hiç konuşmadan duraktan cafeye kadar gelmişlerdi. Hyo Joo üstünü değiştirmiş hemen işinin başına dönmüştü. Cafe işe başladığından beri hiç olmadığı kadar kalabalıktı. Anlaşılan açılış, yeni dizayn baya işe yaramıştı. Min Ho toplantı odasından aşağı inmiş kafenin uç noktasından birinde bilgisayarıyla ve dosyalarıyla kafenin mali gidişatı konusunda çalışıyordu. Kalabalık onuda mutlu etmişti. Hiç kimsenin duraksamaya vakti kalmıyordu. Rövaşta olan ise bahçeydi. Bahar ayında daha da tercih ediliyordu. Herkes şaşkındı aslında ilk günden bu kadar yoğunluk beklemiyorlardı.
Öğlene doğru Hyo Joo bir müşteriye iki kere yanlış bir içecek getirmişti. Yoona hemen duruma müdahele etmiş öğle arasında bir kenara çekip neler olduğunu ve dünü anlatmasını istemişti. Hyo Joo anlatmıştı. Gerçi çoğu şeyi hatırlamadığı için kısa sürmüştü bu muhabbet. Ardından bugün yaşadıklarını anlatmıştı.
Yoona: Hyo Joo bir şey sorucam ama içtenlikle cevap vereceksin söz ver.
Hyo Joo: Tamam sor
Yoona: Min Ho’ya karşı bir şeyler hissettin mi?
Hyo Joo: Yoonaaa..
Yoona: Hyo Joo ben senin en yakın dostunum. Bana rahatlıkla anlatabilirsin her şeyi. Hem içinde sakladığında kendi kendini yemektense benimle paylaş.
Hyo Joo: Bilmiyorum. Yani emin değilim. Bazı şeyler hissediyorum. Kalbim bazen normalden fazla tepki veriyor. Ama bunun sebebinin ona karşı bir şeyler hissetmekten mi bilmiyorum. Büyük ihtimalle uzun zamandır beni koruyan birinin olmamasıydı. Yoona ben ona yakınlaştığımda kendimi suçlu gibi hissiyorum. Donghae’ye karşı. Sıradan bir yakınlaşma bile olsa günahkar hissediyorum.
Hyo Joo ilk defa bu kadar açık konuşmuştu. Çünkü kendisine ne olduğunu, neden siparişleri alıp verirken bile Min Ho’yu düşündüğünü çözmeliydi. Ne olacaksa olmalıydı artık! Birileriyle bunu konuşmadığı sürece kendi kendisini yemekten başka bir şey yapmayacaktı. En iyisi konuşmak ve bu durumdan kurtulmaktı..
Yoona: Hyo Joo. Donghae artık yok, dünyada değil. Daha çok gençsin. Şuan kabul etmekte zorlansanda tekrar seveceksin, sevgilin olacak, ileride evlenip bir yuva kuracaksın. Onu aldatmıyorsun sadece hayatına olması gerektiği gibi devam ediyorsun, etmelisin de. Eminim o da bunu isterdi!
Hyo Joo: Gerçekten böyle mi düşünüyorsun. Donghae bunları yapmamı ister miydi?
Yoona: Eminim! Hemde %100. Donghae bencil bir adam değildi. O sadece senin her zaman mutlu olmanı isteyen iyi bir adamdı. Ama kader dediğimiz bir şey var. Ve biz bunu yaşıyoruz. Kaderinde tekrar sevmek varsa bundan kaçamazsın. Bu yüzden kaçma, kaçıp kendini yaralama, geçmişi arkanda güzel anılarla bırak ve kaderini yaşa. Ben senin Min Ho’yu tanıdıkça sevmeye başladığını düşünüyorum. Hissettiklerin derin bir sevgiye dönüşüyor. Ve bir şeyden daha eminim Min Ho’da sana karşı boş değil…
Hyo Joo: Ahh tamam yeter.. Ben acıktım. Diyerek yemek yemeye kaçar.
Min Ho’da toplantı odasında yaşadıklarını Ji Sub’a anlatır.
Ji Sub: Dediğime geldin bak!
Min Ho: Hyung! Anlattığıma pişman etme.
Ji Sub: Tamam tamam. Hyo Joo sana karşı bir şeyler hissetmeye başlamış bana kalırsa. Açıl, yemeğe çıkın ve artık bu işi bitir.
Min Ho: Gerçekten mi? Erken değil mi?
Ji Sub: Kızı öperkende bunu düşündün mü?
Min Ho: Of hyung..
Ji Sub: Bence açıl. En kısa zamanda. Ama onu kırmadan. Düşümerek konuş onunla. Söyleyeceklerini iyi seç ve incitmeden sevgini anlat. İnanıyorum Hyo Joo’da sana karşı bir şeyler hissediyor. Sadece Donghae yani eski sevgilisini aldattığını düşünecektir. Her insanın yapacağı gibi..
Min Ho: Bende bu durumdan korkuyorum ya zaten. Geçmişi geleceğimize izin vermezse?
Ji Sub: Yaşayacağınız güzel şeyler varsa bunları eninde sonunda yaşarsanız. Zamanla her şey yoluna girecektir.
Min Ho: Tamam hyung. Bu gece açılacağım!
Ji Sub: Tamam güçlü ol!
Min Ho: Güçlü olacağım..
Öğle arasında herkes sırasıyla yemek yemiş sonra tekrar iş başı yapmışlardı.
Min Ho kararlıydı bu gün açılacaktı. Ama bu sıradan bir şekilde olmamalıydı. Hemen toparlanmıştı. Önce bir markete gidip akşam yemeği için malzeme alacaktı. Sonra evde güzel bir yemek hazırlayıp açılacaktı. Hazırlandıktan sonra Hyo Joo’yu kenara çekmişti.
Min Ho: Hyo Joo ben şimdi çıkmak zorundayım. Akşam iş çıkışında yemeğe bana gel. Seninle bir şey konuşacağım.
Hyo Joo: Ne konuda?
Min Ho: Şimdi acelem var. Akşama bekliyorum.
Hyo Joo: Peki..
Min Ho: Ben çıktım arkadaşlar. Kolay gelsin hepinize.
Şef: Sağol patron.
Min Ho çıkmış Hyo Joo ne konuşacağını düşünmeye başlamıştı. Sonrasında ise tekrar işine odaklanmıştı.
Min Ho önce ne yapacağına karar vermiş ardından markete gidip alışverişi yapmıştı. İlk gün aklına gelmiş, bir de hazır kimbaplardan almıştı. Eve girer girmez üstünü değiştirmiş kendisini mutfağa atmıştı. İnternetten birkaç yemek tarifi bulmuş onları zorlu bir aşamadan geçerek yapmayı başarabilmişti. Bir hayli zamanını almıştı gerçi. Ortalığı toparlayacak vakit bulamadığı için hemen masayı hazırlamış masanın ortasına küçük vazo içine de renkli küçük çiçekleri yerleştirmiş 2 tane de küçük mumlardan yakmış, masanın iki yanına koymuştu. Saat yaklaştıkça kalbini patlayacak kadar hızlı attığını hissediyordu. Adrenalin hormonu tavan yapmış eli ayağına karışmıştı. Bu çok farklıydı onun için. Üzüleceğini biliyordu, Hyo Joo’nun geçmişi kolayca kapatacağından emin değildi. Büyük bir aşktı, ilk aşkıydı.. 1 seneyi geçmişti ancak hala bu konuda endişeliydi.
Min Ho hemen üstüne düzgün şeyler giymiş, yemekleri masaya yerleştirmişti. Beyaz şarapta koyacaktı ancak Hyo Joo’nun hemen sarhoş olduğunu hatırlayarak vazgeçmişti. Bugünkü cesaretini tekrar bulabileceğinden emin değildi…
Ve kapı çalmıştı. Hemen üstüne başına bakmış kapıyı açmıştı. Karşısında Hyo Joo meraklı gözlerle bakıyordu.
Min Ho: Hoş geldin Hyo Joo, geçsene içeri..
Hyo Joo: Hoşbuldum.. Nerden çıktı bu yemek? Ne konuşacaksın benimle?
Söylediklerinin ardından salona girmişti ve karşısındaki masa karşısındaki masa daha da şaşırtmıştı. Çiçek, mum çokta genel bir konu hakkında konuşulacak gibi durmuyordu.
Min Ho: Acele etme konuşacağız.
Hyo Joo: Seni bu kadar ciddi görmeye alışık değilim. Korkmaya başlasam mı?
Min Ho: Çantanı ve hırkanı ver istersen asayım.
Hyo Joo vermişti. Çantayı astıktan sonra gelmişti Min Ho.
Min Ho: Hadi masaya geçelim, acıkmış olmalısın.
Hyo Joo masaya oturmuş, bu kasvetli havayı dağıtmaya çalışıyordu. Karşısına da ciddi ifadeyle duran Min Ho vardı.
Hyo Joo: Kurt gibi acıktım hemde. Bugün inanılmaz kalabalıktı, öğle yemeğinden sonra bir şeyler atıştırmaya vaktimiz olmadı. Sana demiştim cafedeki dizayn değişikliği nasılda işe yaradı. Tabi yenilendikten sonraki açılış partiside.. Ama yinede bu kadar erken sonuç alacağımızı beklemiyordum.
Min Ho: Evet haklı çıktın, bu kadarını bende beklemiyordum doğrusu.
Hyo Joo: Vayy be ilk defa söylediğim şeyi ilkinde kabullendin.
Min Ho bu sırada yemekleri servis eder.
Hyo Joo: Sen iyi misin? Fazla durgunsun.
Min Ho: İyiyim sadece söyleyeceğim şey hakkında endişeliyim.
Hyo Joo: Ne ki konu?
Min Ho: Bir şeyler yiyelim konuşuruz..
Biraz yedikten sonra sessizliği Hyo Joo bozar.
Hyo Joo: Gerçekten çok lezzetli olmuş.
Min Ho: Afiyet olsun, bol bol ye.
Hyo Joo: Bir şeyi merak ediyorum. Duyduğuma göre durumunuz çok iyiymiş. Bir çok cafe ve restoran yönetiyormuşsunuz. Neden sen şirketin başında değilde küçük bir cafeyi canlandırmaya çalışıyorsun?
Min Ho: Babamın zorlaması yüzündendi. Min Young’un ölümünden sonra kendimi fazla salmıştım. İşler umrumda değildi, sadece zaman geçirmek için yaşıyordum. Babamda eğer bu cafeyi yeniden işlek hale getirirsem beni tekrar şirkete alacağını söyledi. Mecburu başladı ama bu kadar güzel şeyler olacağını düşünmemiştim.
Hyo Joo: Yapma! Güzel şeyler mi? Başına benim gibi biriyle uğraşmak gibi bir iş aldın.. : ) Ayrıca ilk günlerini hatırlıyorum da halinden çokta memnun gibi değildin. Sürekli şikayet edip duruyordun.
Min Ho: Evet başıma büyük bir bela almışım.. Ama şuan şikayetçi değilim. Hatta cafe bu şekilde giderse oradan ayrılmak durumunda kalacağım için düşünmeye başladım.
Hyo Joo: Doğru.. Gideceksin.





Hyo Joo’nun birden morali bozulmuştu. Didişselerde mutluydu, tekrar yağa kalmasını sağlamıştı. Aslında 1 sene boyunca kimsenin yapamadığını yapmış onun yarasına merhem olmuştu. Yavaş yavaş acısı dinmişti. İleride ise sadece komşusu olarak kalacak bir adam olacaktı. Belki haftada birkaç kez karşılaşıp merhabalaşıcak sonra aralarındaki oluşan bağlar yavaş yavaş kopacaktı. Ama o bunu ilginç biçimde istemiyordu.
Hyo Joo: Hadi yine iyisin.. Benden kurtulmana az kalmış gibi gözüküyor.
Min Ho: Ama ben senden kurtulmak istemiyorum!
Hyo Joo: Nasıl yani?
Min Ho: Bak Hyo Joo, kulaklarını iyi aç ve söyleyeceklerimi kesmeden beni dinle tamam mı?
Hyo Joo usulca başını sallamıştı. Merakla söyleyeceklerini dinlemeye hazırdı.
Min Ho: Geçmişte ikimizde çok kötü şeyler yaşadık. Ama en olmadık zamanda kader bizi karşılaştırdı. Bu hazır kimbapı hatırlıyorsun değil mi?
Hyo Joo kimbapa bakarak evet anlamında başını tekrar sallamıştı.
Min Ho: Basit bir kimbapla yollarımız kesişti, sonra komşu çıktık. Yine tartıştık. Sonra ‘Love Cafe’… O cafede azimle çalışmamı sağlayan sen oldun. Seninle uğraşmaktan, tartışmaktan hep keyif aldım. Enteresan şekilde seninle tartıştıkça sana daha da bağlandım. Fizik dersinde hep anlatırlardı ya pozitif kutup negatif kutubu daima çeker diye. Biz aslında aynıydık. Aynı yarayı taşıyan, kendini toparlamaya çalışan aynı kutup gibi gözüksekte iki zıt kutuptuk. Farkında olmadan, sürekli itiraz etsemde, kendimi geriye çekmeye çalışsamda beni kendine çektin. Özellikle son birkaç gündür çok düşündüm. Başka bir yere taşınıp şirketin başına dönmeyi ve senden uzaklaşmayı. Ama hayali bile kötüydü.
Min Ho Hyo Joo’nun masada duran elini tutmuştu.
Min Ho: Seni üzüp incitmekten korkuyorum ama artık içimde de tutamıyorum. Hyo Joo ben seni seviyorum! Benimle aynı yolda el ele yürür müsün? Benim belam olmaya devam eder misin?


NOT: Sırlardan biri diğer bölümde ortaya çıkacak!
 
_______________________________________________________

Ziyaretçilerin Bağlantıları Görebilmesi İçin Foruma Üye Olmaları Gerekiyor.
11-16-2014 08:51 PM
Web Sayfasını Ziyeret Edin Tüm Mesajlarını Bul Alıntı Yaparak Cevapla
« Önceki | Sonraki »
Cevapla 




Konuyu görüntüleyenler: 1 Misafir

İletişim | Lee Min Ho Turkey | Minoz Turkey | Yukarıya dön | İçeriğe Dön | Mobil Versiyon | RSS
[1] [2] [3] [4] [5] [6] [7] [8] [9] [10] [11] [12] [13] [14] [15] [16] [17] [18] [19] [20] [21] [22] [23] [24] [25] [26] [27] [28] [29] [30] [31] [32] [33] [34] [35] [36] [37] [38] [39] [40] [41] [42] [43] [44] [45] [46] [47] [48] [49] [50]